Röportajlar Tiyatro

Apartman Sahne oyunlarından “Baran”ın oyuncusu Fırat Aksal ve oyunu yazan-yöneten Sıla Erkan ile bir röportaj…

Anadolu Yakası’nın dikkat çeken özel tiyatrolarından biri Apartman Sahne, 8 yılı geride bıraktı. Sıla Erkan yönetiminde yoluna devam eden tiyatronun 2023-2024 sezonundaki ilk yeni oyunu, Sıla Erkan’ın yazıp-yönettiği, Fırat Aksal’ın yönettiği tek kişilik oyun “Baran” oldu. Talihsiz bir şekilde on yıl hapis yatan ve ondan önceki hayatında jigololuk; yani kendisinin deyimiyle “Eşlikçi”lik yapan, içindeki o saf duruşu değiştirmemiş Diyarbakır’lı Baran’ı anlatan oyun, kısa sürede izleyicilerin beğenisini kazandı.* Baran oyunu hakkında, Fırat Aksal ve röportajda bizi yalnız bırakmayan Sıla Erkan ile Bi’Kuble için, oyunun oluşum sürecini, alınan geri dönüşleri ve gelecek çalışmaları konuştuk.

Fırat Bey; uzun zamandır Apartman Sahne’de yer almaya devam ediyorsunuz. Apartman Sahne’deki kaçıncı oyununuz oldu ve Apartman Sahne ile yollarınız nasıl kesişti?

-Ben Ankara Şehir Tiyatroları’nda iki buçuk sene profesyonel oyunculuk yaptım. Orada sekiz oyunda oynadım. Ankara’dan istifa edince İstanbul’a geldim. İstanbul’a taşındıktan sonra bir tiyatro kumpanyasının seçmesini kazandım. O seçmelerden sonra provaları Apartman Sahne’de yapmaya başladık. Bu sırada Apartman Sahne’nin sahibi Sıla Erkan ile tanıştık. Fuayede muhabbet etmeye başladık ve o dönem Bir Palyaçoyum Ben oyununu hazırladığını söyledi. Ben de o oyunun asistanlığını yaparak Apartman Sahne ile de çalışmaya başladım. Ancak Apartman Sahne’de oynadığım ilk oyun Ölümlerden Ölüm Beğen isimli kabare oldu. Sonrasında Çekil İtme Beni! İsimli post-travmatik karşı gerçekçi oyunu yazdı. Aynı zamanda bir üçleme haline geldi. Üçüncü oyun “Eşyalı Kiralık”ın ardından ikinci oyun “Tebdil-i Mekan”da şu anda tiyatroda oynanıyor. Ben sadece “Çekil İtme Beni!” de yer alıyorum. Bu sene oynamadık, seneye oynayacağız. Ayrıca burada Doğaçlama Araştırmaları yani Do-Ar ekibinde de yer alıyorum. Bununla birlikte tabii ki Fırat Aksal Stand-Up performansıma da devam ediyorum. Tüm bu çalışmaların ardından sıra Baran’a geldi.

Burada Sözü Sıla Erkan’a vereyim. Bu doğrultuda Baran’ın yazılma süreci nasıl gelişti?

Sıla Erkan: Baran’ı içeriden bir yerden çok “bilerek” yazdım aslında. Şöyle tarif edeyim bunu. Bazı yazarlar karakteri çok önemser. Ben de hak veririm bu görüşe. Zira gerçekçi metinlerde, olay örgüsü veya karakterin başından geçecek aksiyonları yazmak zaten el mahkum görevimiz. Kurguyu sıkı tutmak. Her karakteri her yönden devamlı kafa kola almak diyeyim. Durumların içine atmak ve maceralarını izletebilmek, okutabilmek. Ancak bunun iyi işleyebilmesi için merak edilir karakterlere ihtiyacımız olduğuna inanırım. Baran’da hiç, “Bu nasıl bir karakter olsun? Nelerden hoşlansın?” gibi tarif veya sıfatlara girmedim bile. Baran sanki kendi günlüğünü yazdı, ben de onun editörü gibi oldum. Yazma eylemi gerçekleşirken kendiliğinden ortaya çıktı onun korkuları, kaygıları, dünya görüşü, neye zarif neye kaba davrandığı, adalet anlayışı vs. Çünkü olayların içine attım Baran’ı ve o oralardan kurtulmanın yolunu kendi değerleriyle buldu. Sanırım çok dişil bir karakter ki, kadın olarak yazarken yağ gibi aktı. Hiç üzmedi Baran beni bu anlamda. Hiç zora sokmadı. Yeldeğirmeni’nde bir kafeye oturdum ve sadece bir Word dosyası açtım. Girdiğim ilk zahmet buydu yani; ve Baran dökülmeye, sökülmeye başladı. Sıkı bir alt metne sahip karakterlerde zaten konuşmaya başlıyorlar ya da eylemeye başlıyor karakterler. Siz tutamıyorsunuz. Baran için de çok iyi bildiğim bir geçmiş, şimdiki zaman ve karakterini oluşturan reflekslerine içten içe hakimdim. Kafamda olmasa da gönlümde çok netti Baran. 

Fırat Aksal: Sıla bu projeyi bana ilk Nisan ayında yanlış hatırlamıyorsam bir çıtlattı. “Şöyle bir fikir var, böyle bir şey yazmak istiyorum, sen ne düşünüyorsun?” gibi. Ben de çok mutlu olacağımı söyledim, çok heyecanlanmıştım. Sonra yaz sürecinde Sıla araştırmalarını yaptı. Tabii bir yazar olarak işte oyunu nasıl kuracağını vesaire düşündü muhtemelen. Ağustos gibi de aslında yazı işine başladı Sıla. Ama biz, oyunun ilk sahnesini 5 Ekim’de yaptık. Biz aslında başka bir oyun önce çıkacağı için Baran’ı ondan sonra sahneleyecektik. Ancak o oyunda da belli değişiklikler olmak zorunda oldu ve o oyunun tarihi gecikince o zaman sezon açılışında Baran’ı yeni bir proje olarak sunma fikri gelişti. Bu da bizim takvimimizi sıkıştırdı. Böylece 29 günde yazım ve yönetim aşaması birlikte yürüdü. Sıla tabii ki bir taslak hazırlamıştı ama oyunun son halini getirmesi de gerekiyordu. O 29 günün içinde Sıla yazdı, ben oynadım. Sıla yazdı, yönetti, ben oynadım gibi çok sıkışık, hatta doğru düzgün uyumadığımız bir dönem. Yani 29 gün 23 provada çıktı oyun, öyle söyleyeyim. Bayağı sıkıştık, çok emek de verdik ama şu anda çok mutluyuz, tatmin olduk bayağı oyuna.

Sıla Erkan “Baran”ı yazarı ve yönetmeni olarak, Fırat Aksal da oyuncusu olarak nasıl tanımlıyor?

Sıla Erkan: Burada oyun tanıtım metnimizden yardım alacağım izninizle. (Eline bir “Baran” broşürü alıyor.) Çünkü orada özünü paylaştık esasen. Baran, hayatta kalma mücadelesinin çoğunu jigololuk yaparak geçirmiş ve pek çok işe girip çıkmış. Poşete koyup yanında götürebileceği mutluluğu arıyor. Bazen de aranmayacak bir şey olduğuna ikna oluyor. Ancak mutluluğa salt kendi sahip olmayı değil, iyiliği ve mutluluğu herkes için diliyor. “Kötülük olmasın artık. Yıl kaç olmuş?” Elbette nereye giderse gitsin, kimden veya neyden kaçarsa kaçsın; –“Kaçmıyordum, koşuyordum.” Bir geçmişi var. Geçmişimizle hesaplaşamadığımızda, sırtımızda iki çuval domatesle dolaşıyoruz. Domatesler akıyor bozuluyor, kokuyor. Ancak onu bırakmaktansa taşımaya devam ediyoruz. Çünkü insan rasyonel bir varlık değil. Kendimizi kim bilir nelerle cezalandırıyoruz. Baran’ın geçmişinden kopamadığı durum da biraz bu. Yasın evrelerinden bahsettiği yerde ilk ve ikinci evreyi aynı anda yaşadığını dile getiriyor. Burada yası yalnızca bir insan kaybı olarak değil, yasını tutmayı beceremediğimiz her şey için kullanmadım. “Yani ben hem inkar ediyorum, hem kabul ediyorum. Aynı anda.” İşte bu çok büyük bir ağırlık yapar kanımca insanda. Attığın adım adım olmaz. Yaşar görünürsün de, görünürsün işte..

Fırat Aksal: Bir arkadaşım şöyle tanımladı Baran’ı, hamam böceği gibi Baran. Yani koy 3000 yıl sonrasına, 30 milyon yıl öncesine, o zaman da yaşar. İşte ne bileyim, 500 yıl sonra, 5000 yıl sonra olsa bile yaşar, hamam böcekleri olabilir. Çünkü Baran girdiği ortama hemen ayaküstü uyduran biri. Bulunduğu kabın şeklini alabilen biri. Bu şeyden dolayı değil, hani karakterinden taviz verdiğinden dolayı değil. Koşulları çok iyi olup, koşulları çok iyi anlayıp ona uyumlanabilen bir karakter aynı zamanda. Baktığınızda şey de, yaptığı iş, yani jigololuğunu da, zaten oyunu izleyenler de o fikirde. Bu jigololuk, yani bu alem diyeyim ya da, çok şeydir, biraz daha ketumdur, biraz daha işini yap git vesaire gibi bir şeydir. Ama Baran sanki birlikte olduğu her kadınla da bir bağ kurarak, onun işte duygusal açlığını ya da ihtiyaç duyduğu, işte tinsel bir açığı da karşılayabilen bir karaktere sahip. Yani ben role en azından bunu tahayyül ederek çalıştım. Zaten metin çok öyküsel, klasik bir öykü anlatımı olduğu için, öykü karakteri berraklaştırmış aslında. Çünkü karşı gerçekçi bir oyun değil, lineer, klasik öykü anlatımı var. O klasik öykü anlatımının içinde karakter zaten kendini belli ediyordu. Benim ekstra bir keşifte bulunmama elbette gerek var, rol çalışmak için. Klasik öykü ya bir de. Klasik öykü ya bir de, Metin de şeyi deşifre ediyor. Baran nasıl bir topraklardan geldi, nasıl doğduğu. Öykü yapısı aslında rolün nasıl olduğunu, karakterin derinliğinin nasıl olduğu hakkında biraz ipucu verdi. Bir öyküsü olduğu için karakterin hakikaten ve karaktere bağlı yansımalar da öykünün içine ezerk edildiği için ben biraz daha, yani zaten şey, rol haritası karşımdaydı metni aldığımda.Bir de ben biraz içselleştirdim açıkçası. Belki de Fırat olarak sahip olduğum karakterle Baran’ın karakteri birçok yönden uyuşuyor. Ya da bazı yönlerden de tamamen zıt olabildiğinden ben bunu daha rahat yansıtabildim sanki. E tabii ki bir de yönetmenin de mülahazaları oluyor. Onun yönlendirmeleri oluyor. Ona da uyumlanmaya çalışıyorum.Benim keşfedemediğim pek çok konuda Sıla bana çok fazla parola verdi. Açıkçası burayı şöyle yap buraya böyle yap. Bir de tabii jigololuk mesleğini araştırdık.Bu işlerin nasıl döndüğünü, bu işi yapan insanların nasıl hareket etmesi gerektiğini vs. Piyasaya da hakim olup bir de karakterin içine onu da yerleştirmemiz gerekiyor. Böyle şeyler de var ya işte anlatanlar da var. Soramazsınız programı, belgeseller… Onların hepsini araştırdım. Sıla da yazarken baktı onlara. Aslında Baran’ın da jigololuğu tabii ki oyunun tek derdi değil. Jigololuğu merkeze alan bir oyun da değil aslında. Geçim kaynağının çoğunluğunu bu meslekten edinen biri ancak hem Baran’ın yaşadığı bir çocukluk hikayesi var hem de Dilek Hanım ile yaşadığı çok ağır bir hikaye ve ağır bir akıbet var. Bunun yükü var. Hapise girmeden önceki Baran ve hapisten çıktıktan sonraki Baran var. Sıla ile de bunu konuştuk. Oyun, Baran’ın kendi vicdani çekişmelerini de somut olarak yansıtıyor. Baran, kendi vicdani muhasebesini dinleyicilerle paylaşıyor: Ben bunları yaptım. Başıma da bunlar geldi. Ben ödeştim mi ödeşmedim mi? Ya da ben haklı mıyım, mağdur muyum, haksız mıyım? Nedir bunun karşılığı? Bu çekişmeleri aslında seyirciyle paylaşıyor. Bir yandan da hikayesini anlatıyor.

Baran ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız? 

Fırat Aksal: Açıkçası çok olumlu geri dönüşler aldım. Birincisi şive meselesi var. Normalde jüriler oyunları izledikten sonra hemen giderler. Çok kalmazlar. Hatta belki de fikirleri çok belli olmasın diye ya da çok mülaza vermek durumunda kalmasınlar diye. Sağ olsunlar bazıları şunu dedi: “Gerçekten sizin kendi konuşmanız mı bu? Yani İstanbul Türkçesi bilmeyen biri mi acaba bu oyunu oynadı? O merakımızı da gidermek istedik!” Çünkü oralarda doğmuş olmanın verdiği bir avantaj var. Daha organik hale getirebiliyor karakteri bu sayede. Bir şive konusunda çok yoğun dönüşler alıyorum. Mesela çok fazla şu yorumu alıyorum. İşte şu an Baran ne yapıyor acaba? Çünkü Baran tiyatro oyunundaki her şeyi afişe ederek oyununu oynuyor. Baran “Şu anda oyun bitti ama çıkışta gitmeyin, muhabbet edelim!” diyor. Seyirci otururken onlarla muhabbet ediyor. “Ben aslında işte tiyatroya başladım ama tiyatro zormuş!” diyor. Aslında orada seyirciden saklanmaya alışık olunan durumların hepsi Baran tarafından afişe ediliyor ve seyirciden bir şey saklamayan bir karakter gördüğümüzden seyirci daha yakın iletişim kurabiliyor onunla. Baran’ın bir hayatta kalma mücadelesi verdiğini seyirci hemen anlıyor zaten. Birçok işte çalıştığını da beyan ediyor. Hatta bazılarının derinlemesini işliyor. Kavun hikayesinden çok etkilenenler var. Hani senin can suyun sağlam. Can suyunu iyi verdikten sonra kavun seni hastada kadar götürür gibi bir partımız var ya. Aslında Baran’a da senin can suyun iyi verilmiş. Bak sen olgunlaşmışsın, tatlanmışsın, ballanmışsın vesaire gibi. Metaforik bir anlatım da var. 

Sıla Erkan: Sık duyduğum dönüşlerden biri, sinema filmi olmalı yönünde. Yani biz Baran’ın bu maceralarını beyaz perdede izlemek isteriz. Çünkü tek kişilik bir oyun olmasına rağmen, dekor aksesuar, ışık, ses olmamasına rağmen biz mekanları görebiliyor, Baran’ın bulunduğu ortamlardaki sesleri veya sessizliği duyabiliyoruz. Hadi hemen senaryosunu yaz. Diyorlardı. Benim de durduk yere böyle bir hayalim oldu. Hatta kardeşimle de (Rüya Erkan Öcek, çocuk kitabı çizeri) çizgi romanını yapalım istiyoruz. Fikirler geldikçe geliyor. Yazarlık anlamında tatmin olunmuş olduğunu görüyorum. Bazı oyun çıkışlarında söyleşiler de yaptık seyircilerimizle. Baran’ın çok iyi bir kalp taşıdığını ve kendilerini en çok bu anlamda büyülediklerini dile getirdiler sıklıkla. Bundan sonra ne yapar, başına neler gelir merak ettiklerini söylediler. Yönetmenlik için şunu söyleyebilirim. Yalınlık dikkatlerini çekiyor elbette. Çünkü sadece üç şey var. Oyuncu, seyirci ve öykü. Zira temsil saati geldiğinde elimizde bir tek oyuncu var yalnızca. Oyuncunun da sahne arkadaşı seyircisi ve hikayesinden başka bir şey değil. Burada bu üçlüyü en sıkı birbirine tutan şey ise, reji tasarımı. Oyunda bizim takip ettiğimiz bir tasarım dili var. Bu hareket tasarımından, ses tasarımına planlı, provalarda çalışılmış ve oyuncuya icrası için teslim edilmiş bir tasarım. Bununla birlikte, Fırat Aksal’ın seyirciyi ikna ettiğini düşünüyorum. Rolü üzerine diktim diyorum onu hep zaten ama Fırat da çok iyi taşıyor gerçekten Baran’ı. Sıklıkla adını Baran’la karıştırır hale geldik. Bazen Fırat’a Baran diye sesleniyoruz! (gülüyor)

Onun dışında yani Fırat Aksal olarak Baran’a ne söylemek isterdiniz? 

-Baran’a şey derdim ya… “Gel biraz içelim derdim!” herhalde. Dertleşmeyi çok isterdim Baran’la. Çünkü Baran benim tahayyülümdeki karakter. Kendi derdiyle de karşı tarafı sıkmayı hiç istemeyen bir karakter. Oyunda da zaten bunu hep verip çekiyor, verip çekiyor. Ama en sonunda final sahnesinde patırlıyor gibi bir durum var. Baran’a şey derdim, şey demek isterdim. Ya ben senin derdinde sıkılmam. Tam tersinde senin derdini paylaşmanı çok isterim. Gel bir iki kadeh bir şey içelim ve muhabbet edelim sabaha kadar demek isterdim yani. 

Peki Sıla Erkan olarak Baran’a ne söylerdiniz ya da ne söylemek isterdiniz?

-Baran her oyunun sonunda içinden geldiği için bir cesaret göstererek geçmişini tüm çıplaklığıyla anlatmaya karar veriyor. Sürprizi bozmamak adına çocukluğuna dair onda iz bırakmış bu hadiseyi buraya eklemiyorum. Ancak ona bilhassa oyun çıkışında rastlamak ve; “Anlatmakla doğru bir tercih yaptın. Gel artık bu itirafını da dahil et kendine. Yeniden o vicdan hapishanesine sokma kendini.” Demek isterdim ve muhtemelen o benim gözlerime yarı nemli gülümseyerek bakardı ve ben “Söylediklerimi unut.” Diye eklerdim. Yani hem içimde tutamazdım önüne bak artık arkana bakma demeyi, hem de buna pişman olurdum. Çünkü hayat ve insan ilişkisi böyle bir şey. Bunun yerine sevdiğim bir türkü açardım birlikte söylerdik belki. Onunla türkü söylemeyi çok isterdim çünkü. O da çok seviyor. Ben de. 

Peki baktığımızda Baran oyunu, Fırat Aksal’ın tiyatro kariyerinde nasıl bir yerde?

-Oynamaktan, kendimi bütünleştirdiğim ve beni en çok tatmin eden tiyatro oyunu bir oyuncu olarak ve bunda tek kişilik oyun olmasının çok büyük etkisi var. Çünkü Baran’ın bir partneri yok. Ya da Fırat Aksal’ın bir oyuncu olarak sahne üstünde bir partneri yok. İşini kolaylaştıracak başka bir etmen yok. Çekil İtme Beni de mesela muazzam bir ekip bilinci vardı ve o işte olmaktan dolayı bu mutluluk bende mezara gider öyle söyleyeyim. Ya da Ölümlerden Ölüm Beğen oyunumuzda çok güzel bir uyum vardı. Şahane işlerdi de, keyif alarak oynuyorduk. Ama Baran’ın yeri bende farklı ya. Sanki bir daha böyle bir oyun oynar mıyım… Her oyuncuya böyle bir şeyin nasip olmasını çok isterim. Böylesine pür-u pak bir karakteri oynamak da çok keyifli bir anlamda. Yani pür-u pak dediğimiz saf temiz anlamında. Elbette, başına gelenlerden bağımsız sahip olduğu niyet ya da o iyilik. Umarım her oyuncunun başına böyle tatlı bir şey oynamak nasip olur onların başına gelir diye düşünüyorum. Stand-up yapan bir oyuncu olarak Stand-up’un daha ağır olduğunu düşünüyordum. Baran’ı oynadıktan sonra tek kişilik bir tiyatro oyunu oynamanın stand-up yapmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü tutmanız gereken bir şey. Hele bir de açık biçimse. Stand-up da açık biçim, Baran da açık biçim. Ama stand-up’ta mesela işler yolunda gitmezse interaktif yaparsın. Seyirciye sararsın. Tamamen açık. Ama Baran öyle değil, tiyatro oyunu öyle değil. Yönetmenin sana verdiği bir reji var ve o rejiyi sergilemek durumundasın. Aslında dördüncü duvarın olmayışı öyle söyleyeyim. Yani dördüncü duvar varmış gibi kapalı biçim oynarız ve seyirci yokmuş gibi oynarız. Biz açık biçim seyircinin orada olduğunu kabul ederek sergilenen performanslar. Stand-up’ta da seyircinin orada olduğunun farkında, komedyen olarak. Ama komedi, o tamamen senin elinde stand-up. Çünkü yönetmeni de sensin. Sen yazdın, sen yönettin, sen oynuyorsun ve başka hiç kimse söz sahibi değil. Ama tiyatro oyunu öyle değil. Zaten tiyatro oyunu olmasının sebebi de yönetmenin sana verdiği bir direktif var. Oyunun senden istediği bir sahneyle bir biçimi var. Bir performans biçimi var. Ve bunların arasında da interaktif yapmanı da isteyen bir yapısı var. Tüm bu dengeleri alıp… Aslında bir de stand-up’ta senin rotan belli. Sen espri yapacaksın, seyirci gülecek. Baran öyle değil. Sürekli andan ana geçiş var. Bütün anları organik bir şekilde oynamak ve o geçişleri sağlamak kolay değil.

Baran bundan sonra nasıl ilerleyecek?

Fırat Aksal:: Sezonu 30 Haziran 16:00’da tamamlıyoruz. Bu sezon son kez izlemek isteyen izleyicilerimizi bekliyoruz.

Fırat Aksal ve Sıla Erkan’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Baran”ı Apartman Sahne ve zaman içinde belirlenen farklı sahnelerde izleyebilirsiniz.

*Röportaj yayına hazırlanırken Fırat Aksal, oyundaki performansından dolayı XI. Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri En İyi Küçük Sahne Performansı ödülüne layık görüldü.