Bağımsız Sahne’nin beşinci konuğu, Direc-t, Barlas Erinç, Eren Dutlu, 110 ve Sonra gibi pek çok grupta yer alan ve Pak Bahadur olarak başladığı solo projesine kendi ismiyle teklilerle devam eden müzisyen Hazar Aytan… Aytan ile, müzik yolculuğunu, teklilerini ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle solo kariyerinize kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda solo projenizi yapmaya nasıl karar verdiniz?
-Ankara doğumluyum, ama sorduklarında Ayvalık’lıyım diyorum; zira ben henüz 1 aylıkken ailem Ayvalık’a yerleşmiş. Dolayısıyla orada büyüdüm, 18 yaşıma kadar da orada yaşadım. Müziğe 6-7 yaşlarında ailemin isteğiyle piyano/keyboard eğitimi alarak başladım. Klasik piyano eğitiminden ziyade bir tür başlangıç aşamasıydı, daha çok teori ve bazı basit folk şarkıları öğreniyordum. Daha sonra ilkokulun sonlarına doğru klasik piyanoya geçiş yaptım. Fakat ilkokulun ortalarında bir yerde davulla/bateriyle tanıştım. Ayvalık küçük bir yer, ki o zamanlar şimdikinden de çok daha küçüktü. Müzikle uğraşanlar vardı, ama sanıyorum davul çalan hemen hemen 3-4 kişi vardı. Bir tanıdığımızdan bir süre davul dersi aldım. Daha sonra ortaokulda ailemi ikna ederek eve bir davul seti aldırdım ve asıl hikaye oradan başladı sanırım. Ufak tefek yerel gruplar falan kurup evin bodrumunda çalmaya başladık. İlk profesyonel diyebileceğim grubum, lisedeyken beraber çaldığımız Yol Yorgunu isimli rock grubuydu. 1-2 büyük konser de dahil olmak üzere orada yerel mekanlarda çalıyorduk. Lise bitince müzik okumaya karar verdim, ailemin de desteğiyle Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nün sınavlarına girdim ve kazandım. Bu süreç içinde Aseton, Direc-t, Barlas Erinç, Eren Dutlu, Candan Tezel (110), Sonra gibi grup ve sanatçılara hem kayıt hem konser süreçlerinde davul çaldım. Bir noktada okul ve sahneyi bir arada yürütemediğimi farkettim ve sahne hikayesini neredeyse tamamen askıya alıp okulu bitirmeye odaklandım.
Bu süreçlerin tamamında müzik yazıyordum, şarkı yazıyordum. Bir birikim oluştu ve artık sahnede başkalarının müziklerinin yanında kendi müziğimi de çalmak istediğimi farkettim. Aldığım eğitimin ve bunca yıllık birikim ve tecrübenin verdiği motivasyonla da solo bir proje ortaya çıkarmaya karar verdim.
Solo projenizdeki ilk teklilerinizde (Kendi isminizle çıkan EP’nizin isminde de) Pak Bahadur ismini kullandınız. Pak Bahadur projesinin oluşum süreci nasıl gelişti?
-Pak Bahadur, uzun zamandır bildiğim ve hikayesi beni çok etkileyen, İzmir’de hayvanat bahçesinde yaşayıp insanlar tarafından eziyetlere maruz kalmış yaşlılığında doğal ortamına geri götürülmesi için çok fazla kampanyalar yürütülmüş ve sonuç alınamayarak orada toprağa hiç basmadan ölmüş bir fil dostumuz. Ben biraz bunun bilinir olması, biraz da bağ kurduğum için bu ismi kullanmak istemiştim. Ama bir süre sonra bunun bir sorumluluk getirdiği hissine kapıldım ve taşıyamayacağımı farkettim. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak algılanmasını da istemedim çünkü; o destek verilmesi gereken bir alan olmakla beraber tüm müziğimin bu şekilde değerlendirilmesi yaptığım işin anlamı ve bağlamı açısından sorun oluşturabilir diye düşündüm. Ben sadece hikayesinin bilinmesini istemiştim. Daha sonra kendi adımla devam edince Pak Bahadur olarak yayınladığım teklileri aynı isimli bir EP’de bir araya getirdim ve Pak Bahadur’un adını EP’min ismi olarak tutup bu şekilde en azından yaşatmak ve bu hikayeye işaret etmek istedim.
Teklileriniz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Geri dönüşler aslında iyiydi fakat son parçaya kadar biraz dar bir çevreden geliyordu. Bunun pozitif ve negatif yanları var, zira müzisyen olunca haliyle çevreniz de müzisyenlerden oluşuyor ve onların değerlendirmeleri, yorumları oldukça değerli. Eleştirilerini daha bilinçli bir kulakla daha net ve doğru bir dille aktarıyorlar. Bu da gelişim sürecinize pozitif katkıda bulunuyor. Negatif yanı, sizi hiç tanımadan sadece müziğinize kulak veren ve daha şeffaf yorumlar alabileceğiniz insanlara ulaşmak güçleşiyor.
Son tekliniz Kendi Kendime’nin oluşum süreci nasıl gelişti?
-Dediğim gibi daha önce biriktirdiğim çok fazla şarkı vardı. İlk etapta onları kaydederek başladım, fakat bu süreç içinde yeni şeyler yazdıkça onları da değerlendirdim. Geçen dönem son çıkardığım “Aynı Döngü” isimli tekliden sonra bir albüm hazırlamaya karar verdim. Fakat bazı şarkıları o kadar eskiden yazmıştım ki şimdi yazdığım zamandaki gibi hissetmediğimi farkettim ve yeni bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Bunda kız arkadaşımın da etkisi oldu, zira yeni şeyler yazmam konusunda oldukça güçlü bir motivasyon sağladı. Kendi Kendime aslında albüm için yazdığım son şarkıydı ve bütün süreci tek başına yürütmenin zorluğu sonucunda şekillendi, dolayısıyla biraz karanlık bir parça, parçayı alt metin ve felsefi anlamında tamamen açıklamak istemiyorum tabi ki! (gülüyor)
Bununla birlikte düzenlemenizi ve prodüktörlüğünüzü de kendiniz yapmaya nasıl karar verdiniz? Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?
-Aslında bu benim kendimle ilgili ilk projem değil. Şöyle ki; bundan 6-7 sene önce okuldan tanıdığım, şimdi 10 senelik dostum olan Soundcity İstanbul stüdyosunun da kurucusu olan değerli müzisyen arkadaşım Koner Memili, bütün projelerde beraber çalıştığımız Korel Memili ve o dönem Antre grubunun gitaristi olan Caner Hız’dan oluşan “Sonra” grubunu kurduk ve bu grupla 2015 yılında bir albüm yaptık. Bu albümdeki 10 parçanın 7 tanesinin söz ve müziği bana aitti. O albümün de düzenlemelerinin çoğunu ve prodüktörlüğünü yine kendimiz üstlenmiştik. Koner uzun yıllardır bu işi yaptığı için tecrübesi vardı ve aslında işini çoğunu o yüklendi. Fakat bana bu anlamda çok tecrübe kazandıran bir süreçti. O dönemde yavaş yavaş kendi şarkılarımın demo aranjelerini yapmaya başladım. Yapabildiğimi farkedince de “Tamam!” dedim; “Ben bu işi kendi kendime yürütebilirim.” Bir albüm hazırlığına giriştim ve çuvalladım. Zira parçaları düzenlemek kolaydı, fakat olayın tüm gidişatını organize etmekte biraz zorlandım. Süreç uzadıkça bazı şarkıların yeterli düzeyde olmadığını farkettim. Ya da bazılarından sıkıldım, bilemiyorum. Bazılarını yeniden düzenleyip sıfırdan kayda başladım ve tekli olarak devam etmeye karar verdim. Bir tane yapıp, elden çıkarıp ne yapabildiğimi görmek istedim; zira “bir”, “sıfırdan” iyidir dedim. Bu şekilde çalışınca kısa sürede “Bi Sorun Var” isimli tekliyi kaydettim ve 26 Haziran’da Pak Bahadur adı altında yayınladım. Özgür bir alan sağlıyor mu sorusuna gelince yine hem pozitif hem negatif etkisi var. Bazı müzikal fikirleri karşı tarafa geçirmek zor oluyor. Sizin kafanızda planladığınız ve çalışacağını inandığınız bazı fikirler, hiyerarşik olsun olmasın toplu bir yapı içinde kabul görmeyebiliyorlar. Bu açıdan özgürlüğünüze katkısı oluyor. Bir de tabi tek başınıza hareket etmek daha kolay ve hızlı oluyor. Negatif yani da kötü bir fikre kimse dur demiyor ve bodoslama gidiyorsunuz. Gene de yakin çevremle fikir alışverişinde bulunarak bunu en aza indirmeyi başardım sanırım. Bu noktada özellikle Koner Memili, Korel Memili ve Didem Alak’ın çok büyük rolü oldu diyerek teşekkür etmeyi de ihmal etmeyeyim.
Kendi Kendime ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Daha önce değindiğim gibi, “Kendi Kendime”ye kadar daha dar bir çevreden gelen geri dönüş, biraz daha geniş bir yerden geldi. Çok da olumlu bir şekilde geldi. İlk defa teknik anlamda değil, daha bütüncül bir anlamda dinleyicinin parçayı tabiri caizse “sevdiğini” ve bunu dile getirdiğini gördüm. Bu da tabi ki beni çok mutlu etti. Dinleyen, seven, sevmeyen herkese çok teşekkür ederim.
Teklilerinizi bağımsız olarak kendi isminiz Zorba Records olarak dinleyicilerle buluşturdunuz, herhangi bir müzik firmasıyla çalışmayı düşünüp konuyla ilgili girişimleriniz oldu mu, yoksa bağımsız olarak çıkacağınız ilk baştan belli miydi?
-Bu konuda da tecrübem yine Sonra’nın En Başından albümünü kaydettiğimiz dönemden geliyor. O albümün bir şirketten çıkması için bir sürü kapı çaldık. Üstelik bitmiş bir işti, yani herhangi bir para talebimiz olmayacaktı. Bence iyi de bir albümdü ama kimse yanaşmadı çıkarmaya. Daha sonra bir şekilde çıkardık fakat anlaşma maddeleri falan bunlar bana çok sıkıntılı gözüktü. O zamanlar online independent label’lar bu kadar çok değildi. Şimdi bir firma ile anlaşma imzaladığınızda hem parçanın yayın hakları onlara geçiyor, hem bir çok alanda elinizi kolunuzu bağlıyorlar. Üstelik çoğu zaman 5 kuruş yatırım yapmak da istemiyorlar. Hatta üstüne para verdiğiniz durumlar olabiliyor. Bağımsız çalışmak hem çok daha özgür bir alan hem de şeffaf olmaları sayesinde en azından gelirimi giderimi rahatça kontrol edebiliyorum ve gerçekten çok kolay işleyen bir altyapısı var. Türkiye’de de şimdi yavaş yavaş başladı sanırım bağımsız online firmalar. Umarım artar. Ama benim konuyla ilgili hiç bir girişimim olmadı, Sonra döneminden sonra kararımı vermiştim diyebilirim.
Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki farkı nedir? Artıları, eksileri nelerdir?
-Bağımsız çalışmanın artıları, bir kere hareket alanınız özgür ve kısıtlayıcı hiç bir şey yok. Kendi müziğinizden siz sorumlusunuz ve bence her anlamıyla çok değerli bir şey bu. Bazı müzisyen arkadaşlarım çalıştıkları firmalara yıkabiliyor aksaklıkları. Haklı nedenleri de olabiliyor ama bağımsız olduğunuzda suçlayabileceğiniz tek kişi kendiniz oluyorsunuz ve her konuda fikir sahibi olmak zorunda kalıyorsunuz. Bu bence her açıdan iyi bir şey. Müziği üretmek müziğin %30’u falan bu durumda, %70’inde de başka şeylerle ilgilenmeniz gerekiyor. Bu müzisyenin işi değildi eskiden, ama artık biraz öyle. Adapte olmayı öğrenmek gerekiyor. Eksisi de var tabi. Görünür olmak çok zorlaşıyor. Bu anlamda gideceğiniz yollar ve bağlantılar çok kısıtlanıyor. Sıfırdan bunları yaratmanız ve tek başınıza yapmanız gerekiyor. Bir plak şirketinin, yapımcının size bütçe ayırma ihtimali var düşük de olsa, ama kendiniz yaptığınızda eğer bir yatırım ya da sponsor bulamıyorsanız her şey sizin cebinizden çıkmak zorunda. Benim hem biraz şans eseri hem de zaten her aşamayı kendim yürüttüğüm için bu anlamda çok zorlanmadım. Neredeyse tüm enstrümanları da kendim çalıp kendi ortamımızda kaydettiğimden bazı angaryalar dışında sıkıntı çekmedim. Çevre faktörü de çok önemli tabi, benim çalmadığım 1-2 enstrümanın kayıtlarında da hep yakın arkadaşlarımla çalışıyorum. 1 parçanın mixi ve 2 parçanın masteringi hariç tüm mix-mastering aşamalarını da kendim yapıyorum. Bugün mix için örneğin iyi bir mühendisi aradığınızda 3 dk’lık bir şarkı, aşağı yukarı 1000-1500 bandından başlıyor, mastering süreci de öyle. Düzenleme konusunda çok fantastik rakamlar çıkabiliyor. 10 şarkılık bir albümün ortalama maliyeti 90-100 bin TL civarına kadar çıkabilir ve burada tanıtım, klip gibi şeyler için de ayrıca çok büyük paralar harcamak gerekebiliyor. Bu çok riskli bir yatırım, zira geri dönüşünün olacağına kimse garanti veremez. Çok fazla dinamik ve faktör var bu alanda. Yani bu şekilde çalışacaksanız bir şirketin yatırımı faydalı olabilir. Bu arada kimseyi demoralize etmek değil amacım. Bunlar farklı yöntemler sadece. Para bazı kapıları açıyor ama asla müziğinizi daha iyi yapmıyor bence. Yapılamaz diye bir şey yok. Kendiniz de yapabilirsiniz. Biraz daha zahmetli oluyor ama emin olun çok daha değerli oluyor.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Bir müziği tanımlamak çok zor bir iş bence. Geçişler ve sınırlar muğlak. Bu yüzden tonla subgenre oluşuyor. Bence zamanla dinleyicinin demokratik bir yolla tanımlaması daha doğru olur. Bir de ben denemeyi seviyorum, tek bir tarzın içine takılı kalmak çok zor, zira dünya çok hızlı değişiyor ve dinledikçe yeni şeyler görüyor, keşfediyor, öğreniyorsunuz. Ben asla tek bir tarzı dinlemem, her müziği dinlerim lafı gıcık bir laftır biraz ama müzisyenseniz bence biraz öyle oluyor. Her müziğin içinde bir şeyler bulabiliyorsunuz. Dinleme konusunda bir günüm bir günümü tutmaz. Bir sabah be-bop dinliyorken öğlen Royal Blood, gece Dvorac dinliyor olabiliyorum. Bu da devamlı başka yerden beslenmeme sebep oluyor. Bugün bir tanım getirsem bille yarın ne olacağının garantisini veremem. Zamanla şekillenip bir yere oturur mu onu da bilmiyorum. Değişmek iyidir. Ama yine de hareket ettiğim bir rock alan var sanırım. Ondan kaçamıyorum, bir yerden kendini gösteriyor! (gülüyor)
Kendi Kendime’den sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Daha önce belirttiğim gibi “Salın Beni” ile başlayan süreç aslında bir albüm olarak tasarlandı ve kaydedildi. Fakat benden bağımsız, son zamanlarda da Redd grubunun yaptığı bir görüşme sonrası ortaya çıkan streaming platformlarının politikaları nedeniyle tekli olarak yayınlama kararı aldım. Bunları da bir aksilik olmadığı sürece 21 ila 28 günlük aralarla yayınlamaya devam edeceğim. Ağustos ayının sonuna doğru bir tekli daha gelecek yani. Sanırım bu durum Aralık ayına kadar sürecek. Arada bir değişiklik, yeni bir parça olur mu bilemiyorum, onu zamana bıraktım.
Bütün bu süreçte yanımda olup destek veren en başta ailem ve Didem Alak’a, kayıtlarda ve fikir alışverişinde çok emeği olan ve başta aynı zamanda çoğu parçanın bas gitarlarını çalan Korel Memili ve yine çoğu parçanın elektrik gitarlarını çalan Koner Memili ve Soundcity İstanbul ekibinden, yine aynı zamanda geri vokallerde bana eşlik eden Büşra Erçin ve stüdyonun değerli ismi Ali Kutlu Suytar’a, bazı kayıtlarda eşlik eden müzisyen arkadaşlarım Ozan Doğan Ariz, Mert Şenses, Mesut Uçar, Cihangir Aslan, Arda Algan’a, yayınlanan iki klibin ve muhtemelen yeni gelecek olanın da yönetmeni, aynı zamanda Ayvalık’ta ilk gençlik yıllarımızda Yol Yorgunu dahil bir çok grupta beraber müzik de yaptığımız Egemen Can Vural’a, desteğini esirgemeyen tüm dostlara, dinleyenlere, seven sevmeyen herkese çok teşekkür ederim.
Müziğime değer verip, ilgi gösterip, röportaj yaptığınız için ayrıca size çok teşekkür ederim.
Ben de Hazar Aytan’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. Kendi Kendine, tüm dijital platformlarda ve yeni tekli de Ağustos sonunda yayında olacak.
Yorum Ekle