Bağımsız sahne köşesinin dokuzuncu konuğu, çocukluğundan beri müziğin içinde olan, Mikado grubu ile de hatırlanan Ankaralı müzisyen İlay Bal. Prag’a yerleştikten sonra ILÆY projesiyle iki tekli (Sin, Giderayak) yayınlayan ILÆY en son her şeyi kendi üstlendiği ev yapımı teklisi Kızıl Çimen ile dinleyicilerin beğenisini kazandı. ILÆY ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklilerini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle ILÆY projesine kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda Mikado’nun kuruluşu nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldı?
-Açıkçası kendimi bildim bileli sahnedeyim. Dolayısıyla ‘müzik yolculuğu’ benim için gerçekten çok gerilere gidiyor. 6 yaşındayken Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Çocuk Korosu ile başlayıp, ortaokul ve lisede okul grupları, ses yarışmaları ile devam eden, daha sonra da üniversite yıllarında ilk kez profesyonel müzik çalışmalarına evrilmiş bir yolculuk diyebilirim. Çok farklı müzik türüne ilgi duyduğum için, rocktan caza, neo-souldan R&B’ye ve müzikallere kadar, farklı türler icra eden projelerim oldu eş zamanlı olarak. Mikado aslen grubun davulcusu Emre Uyar tarafından 2011’de kurulmuştu, ancak bizim yollarımız ilk kez 2013 yazında kesişti. Kendi aramızda çok kısa zamanda çok iyi bir iletişim yakaladık, can-ciğer dost olduk ve ivmesi yüksek bir hızla çalışarak 2015’te If You Pull albümünü yayınladık. Yine 2014’te IKSV’nin düzenlediği Genç Caz Yarışması’nı kazanarak Istanbul Caz Festivali’nde performans vermeye hak kazandık, 2015 yılında ise yine İstanbul Caz Festivali Gece Gezmesi kapsamında Moda Sahnesi’nde hala unutamadığım bir konser verdik, Prag’a yerleşmemden önce birlikte son performansımızdı.
ILÆY projesinin ve ilk tekli “Sin”in oluşumu nasıl gelişti?
-2015 yılının sonlarına doğru Prag’a yerleştim, arada Türkiye’ye kısa ve uzun süreli döndüğüm dönemler olsa da, aralıksız olarak yaklaşık 4.5 yıldır buradayım diyebiliriz. Buraya geldiğimden beri, yeni şarkılar yazmak ve İstanbul’da iken başladığım şarkıları bitirmek için ihtiyacım olan alanı buldum sanırım. Bir yandan şarkılarımı yazıyor, bir yandan da Ilay Bal Quartet ile şehrin güzide caz klüplerinde neo-soul, nu-jazz, R&B bir repertuvarla buradaki canlı müzik piyasasını daha yakından tanımaya çalışıyordum. Daha sonra kendi şarkılarımı yeni bir projede, daha farklı bir sahne setup’ı ve yeni bir mahlas ile sunmak istedim. ILÆY ismi de böyle doğmuş oldu. Tamamen kendi bestelerimden oluşan bir repertuvarla bu projenin ilk konserini de Nisan 2019’da gerçekleştirdim. Sin aslında bu proje dahilinde yazdığım ilk şarkı değil. Hatta yayınladığım sırada en yeni şarkıydı diyebilirim. Zaten şarkılarımı yayınlamaya başlamadan aylar öncesinde konserlere başladığım için, şarkılarımın tamamının düzenlemeleri ve altyapıları büyük ölçüde hazırdı. Bir biçimde, bu projenin dünyaya açılacağı ilk şarkının Sin olması gerektiğini hissettim, dolayısıyla Sin’in düzenlemesi ve prodüksiyonunu bitirmek için kolları sıvadım.
Sin’in düzenlemesini üstlenen Kirill Yakovlev ve Igor Ochepovsky ile yollarınız nasıl kesişti?
–Fikir oluşma aşamasından paketlenene kadar, şarkılarımın her aşamasında yoğunlukla yalnız çalışıyorum. Bir şarkım için bir başka müzisyen ile beraber çalışma aşamasına gelene kadar şarkının enstrümantal altyapısı, tematik ögeleri, beatleri ve düzenlemelerini belirlemiş ve şarkının iskeletini oluşturmuş oluyorum. Nitekim Sin’de de durum böyle oldu. Kirill ve Igor Prag’ta yaşayan ve hayranlık duyduğum müzisyenler. Kirill ile uzun zamandır tanışıyoruz, birlikte çalma fırsatı da bulduk çok kez. Kendisi şarkıya o cayır cayır gitar partisyonlarını ekledi, son aşamada da Igor prodüksiyona sihirli dokunuşlarını yaptı, ayrıca mix aşamasında da çok büyük emeği geçti. Igor ile karantina sürecinde bu kez de onun bir şarkısında birlikte çalıştık, stüdyo kayıtları için gün sayıyoruz.
Giderayak’ta Blackloud ile çalışmıştınız. Kendisi ile çalışmaya nasıl karar verdiniz?
-Blackloud (Can Karabulut) tıpkı benim gibi, aslen Ankaralı ve Prag’a benimle aynı yıl yerleşmiş olan, burada tanıştığım bir müzisyen arkadaşım, aslen can-ciğer bir dostum. Kendisinin özellikle elektronik tarzda çok başarılı çalışmaları var, tanıştığımızdan beri de bir fırsat yaratıp birlikte çalışmak istiyorduk açıkçası. Can ile beraber çalışmak çok uyumlu ve keyifli bir deneyimdi benim için, birbirimizin cümlelerini tamamlayarak geçti stüdyoda vaktimiz.
Sin ve Giderayak ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-İkisiyle ilgili olarak da, beni daha sonraki çalışmalarım için çok cesaretlendiren geri dönüşler aldığımı söyleyebilirim. Ayrıca şöyle ilginç ve hoş bir gözlemimden söz etmek istiyorum. Sin Türkiye’de, Giderayak ise Çek Cumhuriyeti’nde çok daha fazla ilgi çekti. Farklı iki ülkedeki dinleyici profilleri ya da müzik tercihlerine dair kendi şarkılarım üzerinden gözlem yapabiliyor olmak çok kıymetli ve heyecanlı bir deneyim.
Kızıl Çimen’in oluşum süreci nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldınız?
-Kızıl Çimen aslen 2018’de ilk iskeletini ukulele-vokal olarak yazdığım, minik, masalsı, folk esintili bir şarkıydı. Karantina sürecinin duygusal yükü bende Kızıl Çimen’in düzenlemesini, dinamik yapısını tamamen değiştirdi sanırım ve bu süreçte son haline geldi. Kızıl Çimen üzerine aldığım geri dönüşlerin ilk iki şarkımda aldıklarımdan farkı, şarkının insanlara hissettirdiklerini ifade etmeye yöneltmesi idi sanırım. Daha içsel, duygusal yorumlar, mesajlar okudum hep. Belki de denk geldiği dönemin bir sonucu bu, hepimiz biraz içimize döndük bu salgın döneminde.
Sizce müziğinizi Türkiye’de mi yoksa Prag’da mı daha çok duyurabildiniz?
-Sanırım iki ülkenin dijital ortamdaki dinleyici oranları ve canlı müzik imkanları göz önünde bulundurulduğunda sağlıklı bir karşılaştırma yapmak çok da mümkün değil. Çek Cumhuriyeti’nde yeni baştan inşa ettiğim bir müzik kariyerim olmasına ve yoğunlukla Türkçe olan bir müzik yapmama rağmen, gün geçtikçe müziğimle daha fazla insana ulaşabildiği ve gittikçe büyüyen bir destek gördüğümü söyleyebilirim. Bunun yanı sıra, özellikle Türkçe şarkılarımın konserlerde gördüğü ilgi gerçekten mutluluk verici. Öte yandan, Türkiye’de aslında uzun yıllar aktif bir müzik hayatım olmuş olsa da, 4 yılı aşkındır bilfiil Türkiye’de olamayıp insanlara ulaşmaya çalışmanın da kendine göre zorlukları var. İletişim dijitalleştikçe, bu zorluk da ortadan kalkıyor elbette, bazen orada olmadığımı bile hissetmiyorum diyebilirim. Ama Türkiye konserlerine derin bir özlem duyuyorum açıkçası. İyi bildiğim tek şey, iki ülkenin de müzik pazarının bir parçası olmaktan vazgeçmek istemediğim.
Üç çalışmanızı da bağımsız olarak yayınladınız ve Kızıl Çimen’de her şeyi kendiniz üstlendiniz. Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?
-Kızıl Çimen’de ilk kez mix ve mastering aşamalarını da ben üstlendim, evet. Açıkçası zorlu bir süreçti. Ses mühendisi değilim, dolayısıyla kendi kendimle çok kavga ettiğim, her şeyi silip baştan başladığım, yer yer tereddütlerle dolu bir dönem oldu, ancak nihayetinde beni daha sabırlı, güçlü ve özgür kılan müthiş bir tecrübeye dönüştü.
Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?
-Bir müzik firması ile çalışma deneyimim olmadığı için çok boyutlu bir karşılaştırma yapabilir miyim bilmiyorum. Fakat dijital müzik çağı tüm dağıtım mecralarına bağımsız müzisyenlerin de ulaşabilmesini sağlıyor hepimizin bildiği gibi. Bu, işleri kolaylaştırıyor gibi görünse de, insanlara müzik ulaştırabilmenin sosyal medyadaki ve dijital mecralardaki bir takım algoritmalara, müzik platformlarındaki münferit beğeniler üzerine kurulu listelere ve kişisel ilişkilere bağımlı hale geldiği ortada. Böyle bir ortamda, bağımsız müzisyenler seslerini duyurabilmek için çok daha fazla çaba ve zaman harcamak zorunda ve bu, başarı garantisi olmayan bir yolculuk. Bu sebeple, bağımsız müziği öne çıkarmaya çalışan kolektifler, internet radyoları, etkinlik serileri çok daha fazla ilgi ve desteği hakediyor kesinlikle. Kurumsallaşmış ve müzik ticareti yapan büyük şirketlerin olası acımasız kontratlarının kölesi haline gelmemek, bağımsız olmanın artısı diyebiliriz sanırım. Fakat buna ek olarak, müzik endüstrisini beslemeye çalışan, üretime teşvik eden, dayanışma sağlamaya çalışan birçok bağımsız (indie) plak şirketini bunun dışında tutmanın önemini vurgulamak isterim. Bir müzik şirketiyle çalışmanın artılarını/eksilerini de, bilen bir arkadaşım bana izah ederse çok sevinirim!
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Basitçe; melankolik, karanlık ve güçlü bir dışavurum demek isterim galiba, en azından benim içimde müziğimi konumlandırdığım hali bu. Müziğim benim için, içime dönük, karamsar yanımın ifade edilmiş, dünyayla paylaşılmış hali. Kendi özgün tınımı bulmaya çalıştığım uzun bir yolculuk bu ve her şarkı bu yolda yeni bir keşif benim için.
Kızıl Çimen’den sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Elbette! Hali hazırda prodüksiyonunu yapmakta olduğum yeni şarkılarım ve bir konsept EP projem var, önümüzdeki aylarda yayında olacak. Bunun yanı sıra hem Türkiye’den hem de Çek Cumhuriyeti’nden farklı müzik tarzlarından çok beğenerek takip ettiğim müzisyenlerle ortak çalışmalarımız oldu, yakın zamanda umuyorum mahsüllerini duyacaksınız.
ILÆY’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. Kızıl Çimen’i tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle