Röportajlar

Bağımsız Sahne #91: İlk teklisi “Sessizce”yi dinleyicilerle buluşturan Ece Şermet ile bir röportaj…

Bağımsız Sahne köşesinin doksan birinci konuğu, müziğin eğitiminden gelen ve zaman içinde hem eğitimini aldığı viyolonsel alanının yanı sıra hem de caz vokal alanında başarılı isimlerden biri haline gelen, alternatif, caz ve elektronik tınılı kendi eseri ilk teklisi “Sessizce”yi dinleyicilerle buluşturan Ece Şermet oldu. Şermet ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle Sessizce’ye kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda konservatuvar eğitiminiz size müziksel anlamda neler kattı?

-Müzik yolculuğumun başlangıç senelerinde, ilk yol arkadaşım piyanoydu. Her bir tuşunu keşfederken büyük haz duyar, verilen ödevlerim bir yana dursun hep kafamın içindeki müziği ve kulağımda çalınmayı bekleyen farklı türlerdeki eserleri deşifre etmeye kalkışırdım. Bir gün piyano öğretmenim “Bu çocuğu konservatuvar sınavlarına sokun!” demiş bizimkilere. Böylece ikinci yol arkadaşımla, viyolonsel ile tanıştım. Böylece Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Konservatuvarı yarı zamanlı viyolonsel bölümünden mezun oldum. Bagajımda güzel bir klasik müzik teorisi temeli, kalbimde ise henüz uzaktan tanıdığım caz müziği, çıktım bir yola. Halen de o yolun öğrencisiyim. Konservatuvar eğitimim yürümek istediğim bu yeni yolda bana büyük destek oldu tabii ki. Nota ve müzik teorisi bilgim ve enstrüman çalabiliyor oluşum dünyaca ünlü caz standartlarını daha müzikal bir bakış açısıyla yorumlama fırsatını verdi bana. Bu da kısa zamanda benden çok daha deneyimli caz müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşma biletim oldu. Okul yıllarım süresince üzerimde emeği geçen tüm müzik öğretmenlerime teşekkürü bir borç bilirim.

Öte yandan Caz sahnesinde de bilinen bir sanatçı olarak Caz müzik ile nasıl tanıştınız ve bu alandaki tecrübelerinizi nasıl özetlersiniz?

-Caz müziği ile küçücük bir çocukken tanıştım. Babam sıkı bir caz müziği dinleyicisiydi. Evimizde duvarlar boyunca kasetler, plaklar dizili dururdu. Babam, “Haydi kızım, şunları alfabetik sıraya sok!” derdi bana zaman zaman. İşte ben en çok da o zamanlarda tanıdım caz devlerini ve divalarını, birer birer. Her gün başka kaset ve başka bir müzisyen takılırdı gözüme ve hemen koyar dinlerdim onları. Böylece geniş bir repertuvara kulak sahipliği yapmaya başlamışım fark etmeksizin. İşte tam da o yıllarda kanıma karışan bu melodiler, üniversite eğitimimi de tamamladıktan sonra beni bu müziği daha yakından tanımaya itti. Bu süreçte Sibel Köse, Elif Çağlar ile caz vokal, Randy Esen ile caz müziğinde doğaçlama teknikleri, Güç Başar Gülle ile de caz armonisi çalışma fırsatı buldum. Çalışmalarım sürerken de eş zamanlı olarak caz sahnesinde müzik yapmaya başladım tabii. Yaklaşık on yıldır bu sahnenin üyelerinden biriyim diyebilirim.

Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve bu bağlamda “Sessizce”nin oluşum süreci nasıl gelişti? Düzenlemenizi üstlenen Adem Gülşen ile yollarınız nasıl kesişti?

-Yazdıklarımı yayınlama fikri aklımda hep vardı, hayalimdi. Müzikal fikirlerimi not aldığım bir defterim ve kaydettiğim bir kayıt cihazım vardır hatta. Kendileri düzenli olarak burada biriktiler ve birikmekteler. Pandemi öncesinde çok koşturmacalı, çalışmalı, ders vermeli, seyahat içinde bir hayatım vardı. Şöyle “sessizce” kendimle kalacağım, yazdıklarımı gözden geçireceğim zamanı yaratmakta zorlanırdım. Pandemi bu anlamda bana ve tanıdığım birçok müzisyene iyi geldi diyebilirim. Yaşattığı tüm zorlukların yanı sıra “bireyselliği” ön plana çıkardı. Dolayısıyla can buldu rafında yayınlanmayı bekleyen notalarımız. Sessizce’yi geçtiğimiz yaz, tek başıma çıktığım bir tatilde yazdım. Önce müziği belirdi kafamda, ertesi gün de sözlerini bitirdim. Tatilden döner dönmez de Adem’e dinlettim. Onun sihirli dokunuşuyla da şimdi dinlediğiniz haline dönüşüverdi. Bas gitarda Orhan Deniz, davulda, kayıtlarda ve mix’te Derin Bayhan, trompette Barış Doğukan Yazıcı ve mastering’de Demirhan Baylan imzası taşıyor teklimiz. Hepsi eşsiz dokunuşlar bıraktı Sessizce’ye ve birlikte çalışmaktan çok keyif aldık. İşin en kıymetli tarafı da bu ekip ruhunu yaşatabilmek bana sorarsanız. Diğer soruya gelecek olursak, bizim camiamız küçük biliyorsunuz. Adem yakın arkadaşlarımla birlikte çalıyordu, ilk kez bir konserde tanışmıştık. Ben onun caz müziğe yaklaşımını ve çalışını oldum olası beğenmişimdir. Kısa bir süre sonra da birlikte çalmaya ve çalışmaya başladık.

Sessizce ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Ailem çok beğendi. Sürecin başından beri yanımdaydılar, olanı biteni tüm gelişmeleriyle yakından takip ettiler. Bu bana bolca enerji verdi doğrusu. Dostlarımdan, öğretmenlerimden ve dinleyicilerimizden de çok keyif verici yorumlar aldık. Kimi sözler içinden bir satırı çok beğenmiş orada kendinden bir parça bulmuştu, kimi çok huzur verici olduğunu ve bilhassa sabahları dinlediğini paylaşmıştı bizimle, kimi de “Tam ‘sen’ gibi tınlıyor!” demişti. Ben de tam anlamıyla “beni” yansıtan bir iş ortaya koymak istemiştim açıkçası. Bunu başardığımızı görüyorum ve çok mutluyum.

Klibinizi yöneten Cem Hakverdi ile yollarınız nasıl kesişti? Klibin oluşumu nasıl gelişti ve klip ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Cem ile üniversite yıllarının başında, ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla tanıştık. Birkaç sene sonra da çok uzun yıllar yaşadığım Moda’da komşu olduk ve sohbetimiz çoğaldı. Sessizce’nin kayıtları bittiğinde “Keşke bir klibi de olsa!” diye düşünürken Cem’den mesaj geldi. Başka bir konudan bahsediyordu tabii ama benim ampüllerim parlamıştı bir kere. Hemen aradım. “Biliyorum sen belgeselcisin ama ben yeni şarkıma bir klip çekmek istiyorum, acaba önerebileceğin biri olur mu?” dedim. O da “Ben seve seve çekerim!” dedi ve hemen ajandalarımızı açıverdik. Cem kısa bir süre önce Antalya’ya yerleşti, ben de Ayvalık’a. Ortada buluşalım istedik, önce birkaç farklı il geçti aklımızdan. Sonra Cem, belgeselci kimliğinin de sesiyle dedi ki “Neden senin Ayvalık’a taşınma hikâyeni ve orada geçirdiğin bir gününü anlatmıyoruz?”. Fikir ikimizin de aklına yatmıştı. Doğal gözüksün ve gerçek koksun istedik ve tek bir kamera ile çektik koca işi. Sıfır ışık, sıfır ekipman, sıfır karavan, sıfır figüran. Dolayısıyla tam da kafamdaki klip oldu. Çekerken hem gezdik, hem yedik-içtik, hem şarkılar söyledik. Böylece en doğal enerjilerimizi katmış olmalıyız ki gelen yorumlar arasında “Senden daha çok sen olmuş!”, “Sizinle uzun bir sofraya oturmuş Ayvalık mezeleri yerken Sessizce dinlediğimi hayal ettim!” benzeri yorumlar aldık ve çok mutlu olduk. Umarız keyifle dinler ve izlersiniz.

Bununla birlikte müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?

-İkisinin de yerine göre artı ve eksileri mevcut bana sorarsanız. Son yıllarda dijital platformların çoğalması, herkesin bu mecralardan müzik dinler hale gelmesi, CD satın almaması vs. müzik tüketme şeklimizi oldukça değiştirmiş oldu. 90’larda olduğu gibi, X veya Y kanallarını açıp da kısa film tadındaki klipleri de izlemez olduk. Tüm bu değişimler olurken müzisyenlere de yeni fırsatlar doğdu tabii. Bir takım dağıtım şirketleri aracılığıyla cüzi rakamlar ödeyerek ve sayfa sayfa sözleşmelere imza atmaksızın tüm haklarını kendilerinde saklı tutarak eser yayınlayabilme fırsatı örneğin. Böylece kimse sizin nasıl söyleyeceğinize, ne giyeceğinize, şarkınızda hangi kelimelerin geçmesini istediğine vs. karışmadan, kısacası özgün ve özgür olarak tüm dijital platformlarında müziğimizi paylaşma olanağına sahip olduk. Dolayısıyla popüler kültüre çok da hitap etmeyecek tarzda besteler yaparken ben, serüvenime kendi bildiğim yoldan, bir kimseye veya tüzel kişiye bağlı kalmaksızın ve kendi yağımda kavrularak başlamayı tercih ettim. Tüm sürecin prodüksiyonunu üstlenmek bu krizde maddi açıdan zor da olsa her emeğin bir gün karşılığını bulacağına inanıyorum. Eminim ki biz doğru insanlarla kaliteli müzikler kaydettikten sonra, adım adım çoğalacağız ve yayılacağız.

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

-Tüm sorular içinde en sevdiğim soru oldu bu. Nasıl anlatsam, nereden başlasam dedirtti. Kendi müziğimi kendi gözümden-kulağımdan ve kalbimden anlatmak isterim. Elbette ki dinleyenler arasında daha farklı yorumlayacak olanlar olacaktır. Velhasıl kelam, benim müziğim dinleyenlerime iyi-kötü bir şeyler hissettirsin isterim, bunu hedeflerim. Sahnede çoğu zaman hangi şarkının ne anlattığından ve bana ne ifade ettiğinden bahsederim, bazen de o şarkıyla ilgili bir anıma değinirim. Böylece isterim ki her nota bir duyumuza hitap etsin. Bir zaman yolculuğu, belki de bir duygu çarkı gibi hepimizi içine alan. Huzuru da yaşatsın, acıyı da barındırsın, coşkuyu da hissettirsin. Tüm duygular biz insanlar için değil mi zaten? Kısaca özetlemem gerekirse; sakin ve huzur veren tınıları sıkça kullanırım çünkü bir yanım burada atar ve fakat bir diğer tarafım da vardır ki –hani şu muzur diye tabir edebileceğimiz- işte o Ece tüm duyguları aynı hamura katıp hepsiyle birlikte doğaçlar. Bunların harmanıdır müziğimiz ve daima duygularla dans edecektir.

Sessizce’den sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı? 

-Tabii ki. Az evvel sözünü ettiğim defterimde yazılı-çizili birçok müzik var paylaşılmayı bekleyen. Şimdilerde hepsine bol bol göz atıyorum. Onları sırayla sizlerle paylaşacağım.

Ece Şermet’e bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Sessizce”yi tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.