Ülkemizin yetiştirdiği başarılı arpistlerden Zeynep Öykü, bir yandan konserlerine devam ederken, diğer yandan 1685 yılında doğan üç bestecinin (Johann Sebastian Bach, George Frideric Handel ve Domenico Scarlatti) eserlerine de yer verip bir tasarı oluşturarak ilk albümü “1685”i eşi Ali Öztürk ile kurdukları Ali Öztürk Prodüksiyon Yapım etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu; ancak bu albüm ismiyle sadece besteciler bağlamında örtüşmüyordu: 1685 yılında var olabilecek bir ürünmüşçesine hazırlanmış olan albümünkumaştan dikilmiş ve albümün ismi üzerine işlenmiş kutusu, şimdiden bu konuda yapılan özel çalışmalar arasına girdi. Öykü ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, albümünü ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
1685 albümüne kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda arp enstrümanını seçmeniz nasıl gelişti?
-Arpın sesini ilk duyduğum andan itibaren ona aşıktım, ancak etrafımda gördüğüm bir şey değildi, gerçekten öğrenip çalabileceğimi düşünmemiştim. Ben resim yapıyordum, ressam olmak istiyordum tüm çocukluğum boyunca, küçük yaştan itibaren bir stüdyoda ciddi anlamda çalışıyordum haftasonları. Liseye başlamadan önceki yaz İngiltere’de resim üzerine bir yaz kursuna katıldım, burada ilk kez arpı gördüm. Annemin tüm kurs boyunca yetmek üzere verdiği tüm harçlıkla bu arpı satın alıp parasız kalmıştım. O minik arpı elime aldığım günden bu yana bir yola girdim, bu yolda bir çok zorlukla karşılaştım, ve karşılaşmaya devam edeceğim, tek tek bahsetmeye de gerek yok diye düşünüyorum. Bu yolculuğu tamamladığımda, Dünya’yı bulduğumdan bir parça daha güzel bırakmış olmayı umuyorum sadece.

1685 albümünün oluşum süreci nasıl gelişti ve repertuvar seçimini nasıl yaptınız?
-Repertuvar seçimi hakkında pek düşünmüyorum aslında, beni yürekten etkileyen, derinden bir şeyler hissettiren müzikleri seçiyorum sadece. Bir çok müzisyen hangi eserlerin seyirci tarafından daha çok sevileceğini, popüler olduğunu hesaplayarak repertuvar oluşturuyorlar. Ben böyle düşünceler içine girecek olsaydım, müzik gibi geçinmesi zor bir alanda yaşamayı seçmezdim diye düşünüyorum. Her adımımda tamamen özgür davranabilmek istiyorum; tamamen özgür olamayacaksak, sanatın ne anlamı var? Bence insan kalbi birbirinden çok farklı değil; eğer benim kalbime etki ediyorsa bir şey başkalarınınkine de edecektir. Dolayısıyla düşünmeden, sadece benim yüreğime dokunan müziği çalar ve çalmaya devam edersem, diğer yüreklere de dokunacaktır bu müzik.

Albümün yapımını eşiniz Ali Öztürk ile üstlendiniz. Kendi yapımınızı yapmak, size yapmak istedikleriniz anlamında özgür bir alan sağlıyor mu?
-Kendi yapım firmamı kurmak, müziği bir kariyer olarak seçtiğim ilk andan beri hayalimdi. Satışları, kârı düşünen bir şirketin eline kendi yaratıcılığımın dizginlerini vermek istemediğimi ilk baştan beri biliyordum. Arkamda bir PR ajansı, bir destek ekibi olmadan bu işi yürütmek gerçekten çok zor, ama özgürlüğümü bu şeyler karşılığında değişmek istemezdim diye düşünüyorum.
Aynı zamanda albümü CD olarak farklı bir konseptle; kumaştan bir tasarımla sundunuz. Bu fikir nasıl gelişti?
-1685 yılında, bir yazı masasının üzerinde, bir kitap yığınının yanında uygunsuz görünmeyecek tarzda bir paketleme hayalim vardı. Fikir bulmak işin en kolay kısmı aslında, bir uçak aktarmasını beklerken bir çok fikir bulmuştum albümün tasarımı için, bunlardan birini seçtik: Tamamen kumaştan dikilmiş ve albümün ismi üzerine nakış ile işlenmiş bir çanta. Uygulamak ise çok kolay olmadı, son zamanlarda küçük tekstil atölyeleri kaybolmuş, yerini Çin’den gelen mallara bırakmış her şey.
Albüm şu anda dijital platformlarda bulunmuyor. Dinleyiciler albümü ne zaman dijital platformlardan dinleyebilecek?
-İkinci albümümü çıkardığımızda 1685’i dijital platformlarda yayınlamayı düşünüyorum, ancak daha önce de yayınlayabiliriz. Açıkçası kumaştan dikili çanta içinde CD gibi absürd bir fikirin üretimi normal bir basıma göre oldukça pahalı oldu, dolayısıyla dijitale geçmeden önce bu masrafın en azından bir kısmının fiziksel satış ile kapanmış olması gerek diye düşünüyoruz.
Arpa Doppia arpını ülkemizde çalan tek arpistsiniz. Bu arpla tanışmanız nasıl gelişti?
-Bu arpla tam anlamıyla ilk tanışmam, Açık Radyo sayesinde oldu. İki dönem boyunca “47 Tel 2 El” isminde, arp üzerinde bir program sundum. Bu programda her türlü arptan bahsedip dinledik, Arpa Doppia ile ilgili de bir bölüm yapmış, tarihini anlatıp kayıtlarını dinlemiş, ve bu sayede bu arpı yakından tanımıştım. Bu arpı çalmak yıllardır hayalimdi ancak bu arpı çalmak normal arpa nazaran çok zor ve çok, çok farklı, dolayısıyla büyük ve zor bir karardı. İtalya’da bu arpın bölümü var sadece, her şeyi bırakıp öğrenmek için buraya başvurmak istemiştim Lise’den yeni mezun olduğum yıllarda, ancak son anda cesaret edemeyip vaz geçmiştim, ta ki bir gün karşıma çıkana kadar. Birkaç ay önce annemle telefonda sohbet ederken durduk yere bu konuyu açıp uzun uzun anlatmaya başlamıştım, ‘ne kadar hoş bir enstrüman, keşke çalabilsem, ama bulamam; bulsam da ne kadar pahalı olacak kim bilir? ve yaptırmak gerekecek!’ vb. derken bir yandan internette geziyordum ve tam o anda arpistlerin Facebook grubunda bir paylaşım oldu, ikinci el bir Arpa Doppia! ‘Bu bir çeşit işaret olmalı!’ diye düşündüm, ve hemen o arpı aldım. Türkiye’ye getirmemiz uzun ve zorlu bir süreç oldu ancak artık burada ve çalmayı öğreniyorum. 14 Şubat Sevgililer Günü konserinde ilk kez bu arpı çaldım.

1685’i dinleyenlerden nasıl geri dönüşler aldınız?
-Çok beğenenler, çok dinlendirici ve duygulu bulanlar oluyor bu geri dönüşlerin hepsi beni çok mutlu ediyor, ancak beni en çok mutlu eden geri dönüş arpımın yapımcısı Howard Bryan’dan oldu; “Bugüne kadar duyduğum en iyi arp kaydı, bu arpın canlı sesini çok iyi hatırlıyorum, birebir doğal sesini yansıtmışsın!” dedi bana. Tabii ki ben hiç bir zaman tatmin olmuyorum, bir sonraki albüme kayıt tekniğini daha da geliştirmek, iyileştirmek istiyorum.
Albümü Gölpazarı’ndaki tarihi Taşhan binasında kaydettiniz. Albümü burada kaydetmeye nasıl karar verdiniz?
-Dışarıdan fazla şehir gürültüsü almayacak, iyi akustiğe sahip geniş bir taş yapı arıyorduk. Burada sağ olsunlar Gölpazarı Belediyesi bize bu imkanı tanıdı. Gölpazarı sessiz ve sakin bir yer dolayısıyla dışarıdan gürültü konusunda büyük sorunlar yaşamadan kaydımızı tamamlayabildik, Taşhan ise Bizans mimari tarzında inşa edilmiş çok güzel bir tarihi binamız, akustik olarak da arpın sesine çok yakıştığını düşünüyorum.
Albümde bir dönemin en pahalı arpı olan Wurlitzer DDX kullandınız. Bu arpı nasıl keşfettiniz? Sizce diğer arplara göre tınısal anlamda bir farklılığa sahip mi?
-1917 yapımı olan bu arpımın çok özel bir sesi var, dinleyen herkes bu farkı hemen anlıyordur diye düşünüyorum. Daha yeni arplar daha parlak tınılara sahipken bu arpın son derece koyu bir tınısı var, ancak asıl farkı bu değil aslında, volümü. Çok büyük salonlarda dahi her zaman kendini salonun tamamına duyurmayı başaran büyük bir sese sahip. Dünya’da Wurlitzer çalan çok az arpist var, arp yapım tarihini iyi bilen arpistler ancak tanıyor ve ne kadar iyi bir arp olduğunu biliyorlar. Ben ise bu arpı şu an emekliye ayrılmış olan çalıştığı dönemin en iyi tarihi arp restoratörü George Howard Bryan sayesinde tanıdım. Kendisi “İlk arpınızı nasıl seçersiniz?” başlıklı bir makale yazmıştı ve makaleye aşağı yukarı şu sözlerle başlıyordu “Eğer sadece bir Wurlitzer DDX ile tatmin olacak kadar mükemmeliyetçi değilseniz…” ve arp seçiminin inceliklerini anlatıyordu. Bu laf beni etkilemiş olacak ki bu arpların tarihini araştırmaya başladım. Tam bir sene boyunca arp yapım tarihini ve farklı ülkelerdeki ikinci el arp satışlarını araştırdım. Bir sene sonra ise, Howard sağlık durumundan dolayı artık arp çalamadığı için kendi arpını satılığa koydu, ben de işte bu arpı satın almış oldum, o makalede “mükemmel arp” olarak bahsettiği, kendine özel yaptığı bu arpı. Arpın üzerinde kendisinin monogramı bulunuyor, kargolamadan önce zımparalayıp tekrar farklı bir tasarım yapmayı teklif etmişti ancak reddettim; dedemi küçük yaşta kaybetmiştim, onu “Keşke dedem olsaydı!” diyecek kadar çok seviyor ve ismini taşıyan arpımı ölene kadar bu şekilde çalmak istiyorum.
Sizce ülkemizde arp enstrümanı yeteri kadar ilgi görüyor mu?
-Ülkemizde arpın tanınırlığı diğer enstrümanlara nazaran az ancak o kadar da kötü bir durumda değiliz diye düşünüyorum. Dünya’da bir tane arpisti olmayan bir çok ülke var. Ben arpın tanınırlığını arttırmak istiyorum tabii ki ancak bundan da çok, klasik ve barok müziğin dinleyicisini arttırmak istiyorum. Klasik müzik dinlemeyen insanlar da bazen arpı merak ettikleri için konserime geliyorlar, bu beni çok mutlu ediyor. Sevdiğim müzikleri paylaşabilmek, her konserde bir çok farklı insanın yüreğine dokunmak çok büyük bir mutluluk.
1685’ten sonra yapmayı düşündüğünüz projeler var mı?
-Yapmak istediğim o kadar çok proje var ki! Sıradaki albüm kaydı halihazırda birçok konserini verdiğim “Bach ve Oğulları” projesi olacak. Bu albümü bu yaz kaydedip önümüzdeki sene başı gibi çıkartmayı umuyorum. Aynı anda da tamamen Arpa Doppia ile bir konser projesi hazırlıyor olacağım önümüzdeki sene için. Albüm ve konser projeleri harici ise Youtube üzerinde müzik tarihi anlattığım bir kanal açıyoruz, ayrıca Türkçe bir arp metodu yazıyorum şu anda, karantina vaktinden de faydalanarak. Hayatın içinde müzik ve yaratıcılık olduktan sonra yeni fikirler ve yeni projeler asla bitmiyor.
Zeynep Öykü’ye bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “1685” albümünü www.zeynepoyku.com sitesinden satın alabilirsiniz.
Yorum Ekle