Röportajlar

Yayınladıkları düetlerle dikkat çeken ve başarılarını zaman içinde kanıtlamış iki müzisyen Murat Aziret ve Can Leman ile bir röportaj…

Murat Aziret’i zaman içinde yaptığı solo çalışmalarla Ajda Pekkan, Tarkan gibi pek çok yıldız ismin vokalisti olarak tanıdık. 2020 ile gelen pandemi dönemine iki şarkı (Dünya ve Büyük Alkış) armağan eden Aziret, son dönemde aynı zamanda vokal koçluğunu da yaptığı müzisyen Can Leman ile düetleriyle dikkat çekiyor. Can Leman’ı daha önceki projeleriyle konuk etmiştim; Can Leman & The Band olarak eklediği live performanslar ile dikkat çekmeye devam ediyor. Verme, Yarimsin Yarenimsin ve Karakolda Ayna Var düetleriyle uyumlarını dinleyiciye de yansıtan Murat Aziret ve Can Leman ile Bi’Kuble için, hem bir araya gelişlerini, hem de solo çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle Can Leman ve Murat Aziret’in yolları nasıl kesişti?

Murat Aziret : Sevgili Can beni zaten Tarkan vesilesiyle takipte olan bir müzisyen kardeşimdi. Kendi işlerini benimle paylaşıyordu, fikirlerimi alıyordu ve benimle tanışmak istediğini söylüyordu, onu tanıdıkça gözümde onunla ilgili olumlu bir intiba oldu onun adına. Bir araya gelmemize ise Tarkan’ın Avrupa turnesindeki Hannofer konseri oldu ve bu konserde sevgili Can ile bir araya geldik. O gün birlikte çok güzel vakit geçirdik. Kendisiyle yüz yüze gelince hem insan olarak kendisini sevdim, hem de ilerleyen vakitlerde eserlerini dinledim. Yaklaşımını çok sevdim. Müziği para kazanmak için kullanan bir adam değil Can, müziği sevdiği için yapan bir adam ve kendine ait bir tarz edinmeye çalışan; hatta bunu edinmiş olan, sadece bunu geliştirmeye çalışan bir kardeşim. Hep daha iyiyi, daha güzeli sunmaya odaklı bir kafası var ve doğru şeyler yapmaya, ruhunu güzel yansıtmaya çalışıyor. O yüzden de Can ile o gün konserin evvelinde birlikte başlayan sürecimizde bu düet projesini “Ağabey birlikte yapar mıyız?” diye bir teklif sundu. Ben de bunu değerlendirdim “Seve seve, ben seninle her şeyi yaparım!” dedim. Hakikaten de böyle düşünüyorum. Can’ı ben o günden sonrasında bir iş olarak görmedim. Gerçekten müzisyen bir kardeşim olarak sevdim; ve işlerine de o şekilde yanaştım. Ben Türkiye’ye dönünce yapmak istediği ilk şarkıyı benimle paylaştı ve çalışmalarımıza başlamış olduk. Bu şekilde o zamanlardan bu zamanlara geldik.

Can Leman : O günü dün gibi hatırlıyorum! Ben zaten Almanya’da yaşıyorum ve Tarkan hemen yanıbaşımızda olan Hannover’de sahne alacaktı. Murat abi bana WhatsApp’den yazıp beni misafir etti bu konsere. Bir gün evvelinden de otelde bir araya geldik ve müthiş bir gün geçirdik. Güzel bir ortamda güzel şarkılar okuduk ve paylaştık. En önemlisi işin samimiyeti oldu! Dünya starlarının yanında yer alan Murat Aziret aslında o kadar mütevazı, o kadar sıcakkanlı ve samimi bir adam ki, onu tanımış olmak benim için büyük bir kazanım oldu. Değerli bir insan ve örnek bir müzisyendir Murat ağabeyim!

İlk olarak bir Tarkan klasiği “Verme”yi düet yaparak paylaştınız. “Verme”yi yorumlamaya nasıl karar verdiniz ve nasıl geri dönüşler aldınız?

M.A : Verme’yi düet yapma fikri tamamen spontane gelişti.  Benim orada kaldığım ve tabi güzel bir gün geçirdikten sonra Can “Ağabey, birlikte bir şeyler kaydedip paylaşalım, çok mutlu olurum!” dedi ve “Tamam!” dedim. Sonra benim kaldığım otel odasına gittik ve “Ne söyleyelim?” derken şöyle karar verdik, “Bir senin şarkını, bir benim şarkımı, bir de bir Tarkan şarkısı söyleyelim!” dedik. Odada bende kahon vardı. Can’ın da gitarı yanındaydı. Bu vesileyle Tarkan şarkısı olarak da “Verme”yi seçtik ve ses bakımından çok uyumlu olduğumuzu, şarkıya yakıştığımızı düşünüyorum.

C.L : Bizi bir araya getiren zaten Tarkan olmuştu! Sonuç olarak bir Tarkan konseri esnasında yaptığımız bir muhabbet kayıdını paylaştık. Üstelik bunu en sade biçimde, bir cep telefonu ile çektik. Verme şarkısının o eşsiz huzuruna büründük ve içimizden geldiği gibi okuduk. Bir anı ölümsüzleştirmek gibi birşey oldu orda. Kendimizi müziğin güzelliğine teslim ettik. Tepkiler çok güzel oldu! İnstagram hesaplarımızdan paylaştık, yüzbinlerce tıklama aldık. Çok güzel yorumlar aldık. İnsanlar videomuzu Instagram hikayelerinde ve birçok Tarkan fan sayfası sayfasında paylaştı. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ederiz buradan!

Geçenlerde bu sefer düet olarak “Karakolda Ayna Var”ı yayınladınız. Şarkının kayıt süreç nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldınız?

M.A : Can’ın kendi şarkısının okuma koçluğunu yapmak üzere Almanya’ya gittiğimde onun sevgili aranjörü Erdem Pancarcı’nın stüdyosunda çalışmamız bittikten sonra, Erdem’in üst katında YouTube videoları çektiği bir bölüm vardı. Hazır bir araya gelmişken bir de YouTube için bir şey yapmaya karar vererek spontane gelişerek “Karakolda Ayna Var”ı ve Sezen Aksu eseri “Sorma”yı yaptık. Sevgili Erdem Pancarcı, bizlere bu videoları hazırladı ve biz “Karakolda Ayna Var”ı paylaşmak istedik. “Sorma”yı yorumla ilgili teknik eksikliklerden yayınlamadık. Önce Can kendi sayfasına koydu sonra ben kendi sayfama koydum. Çok da güzel oldu. Şarkının çok da güzel yorumladığımızı düşünüyorum. Erdem de bize gitarıyla eşlik etti. Çok keyifli bir çalışma oldu.

C.L : Aslında artık gelenekselleşen bir durum var bizde, o da şu: Murat Aziret ve Can Leman bir proje esnasında bir araya gelir, sonrasında mutlaka sıcak bir muhabbet ortamı oluşur ve o ortamda şarkılar söylenir. “Karakolda Ayna Var”ı da bu şekil kayıt ettik. Seslerimizin çok uyumlu olduğunu, seçtiğimiz bu şarkıya da yakıştığını düşünüyorum. Her şeyden evvel bir işin samimiyeti ve o güzel ortamın sıcaklığı seyirciye ulaşıyor mu ulaşmıyor mu? En önemlisi bu, ki bence biz bunu başardık! 

Murat bey, son dönemde hem dünyadaki durumlara hem de sağlık personellerine ithaf edilen iki eseri seslendirdiniz; “Dünya” size ait bir eserdi ve oluşum süreci nasıl gelişti?

M.A : İçinde bulunduğumuz dönemde bize ilhamı veren, dönemin bize yaşattıkları oldu. Benim için bu dönemin ruhuma verdiği etki, dünyaya ne kadar çok zarar verdiğimiz oldu. Bu yüzden bir sürü hastalıklar, olaylar çıktı. Bunların etkisiyle böyle bir şarkı yaparak ilk beste halini sevgili müzisyen dostum (Grup Vitamin’in de şimdiki solisti) eski arkadaşım Tolga Sünter’e gönderdim. Onun da şarkıyla alakalı yönlendirmeleri oldu, şarkının üzerinde onun yönlendirmeleriyle bir hafta daha çalıştım; özellikle sözleri üzerine çalıştım. Bu bir nevi kamu spotu kıvamında bir çalışma oldu. Zaten yapılandırken de 4-5 dakikalık değil 2 dakikalık bir şarkı olarak yapılandırdım. Zaten bu 2 dakikalık sürede anlatmak istediğin şeyi anlatıyordu şarkı. Daha sonra şarkının kaydını burada sevgili Murat Gürkan’ın stüdyosunda sevgili Emre Altınel ile birlikte kaydını yaptık. Gitar ve baslarını Doğan Bakırcı çaldı. Kaydı da Emre aldı. Bu çalışmayı güzel bir şekilde anlamını bütünleyen görsellerle süslemek istedim. Yani sadece “mikrofon önünde söylemek” istemedim. Görsel konusunda sevgili Alper Aykut imdadıma yetişti sağ olsun. Küçük bir klip şeklinde; dünya görselleri, olumsuzlukların görselleriyle hazırlayıp YouTube kanalımda paylaştım. Radyocu arkadaşlarıma gönderdim; herhangi bir ticari amacı olmadığı için Spotify, iTunes gibi yerlere yüklemeye gerek görmedim.

“Büyük Alkış” eserini okuma süreciniz nasıl gelişti? Bu bağlamda Sadettin Dayıoğlu ile yollarınız nasıl kesişti?

M.A : Büyük Alkış’ın hikayesi de çok değiştiktir. PowerTurk genel koordinatörü sevgili ağabeyim Attila Şen, kendisiyle çok yaş farkımız olmasa bile ağabeyim kadar sevdiğim için hep ağabey diye hitap ederim; kendisiyle tanışalı o kadar uzun zaman olmamasına da rağmen aynı jenerasyondan olmamızdan dolayı uzun yıllardır tanıyormuşçasına sevdiğim çok değerli bir ağabeyimdir. Az önce bahsettiğim gibi “Dünya”yı radyolara ve tabi Atilla Şen’e de yollamıştım. Atilla Şen dedi ki “Sağlık çalışanlarımız için bir şarkı yapalım, yapar mısın?” dedi. Ben de “Ağabey, yaparım ama hemen şak diye öyle bir şey yapamam” diyince “O zaman dur, bende Sadettin’in (Dayıoğlu) bir ses kaydı var. Güzel bir şey yapmış. Şu an bir şarkı değil ama bir şarkı haline getirir misin?” deyince “Seve seve getiririm!” dedim. Bana sevgili Sadettin’in kaydını yolladı. Ben de Sadettin’i piyasamızdan tanırım, çok da severim. Daha evvel de görüşmek için hep sözleştiğimiz ancak bir türlü nasip olmayan bir adamdır. Parçalarını, ruhunu çok sevdiğim bir adamdır. Bana ses kaydı gelince bunu stüdyoda güzel bir şekilde şekillendirmek üzere Murat (Gürkan) ve Emre (Altınel) ile yeniden bir araya gelerek şarkıyı önce gitar-şan şeklinde yapılandırdık. Sonra bunun eksik kaldığını, bir şeyler daha yapmamız gerektiğini düşündüm. Orkestrasyon yapma fikri doğdu ve ben de biraz enstrümanların canlı kullanılmasını seven bir adamım. Bundan dolayı bilgisayarlardan da anlamam. Bilgisayar üzerine halledeceğim bir şey değildi. Zaten çaldırmaya kalksan bir sürü vakit geçecekti. Dedim ki “Ben ülkenin önemli back vokallerinden biri değil miyim? O zaman ben bunu acapella olarak yapılandırıp orkestra ben olayım!” dedim ve o gün düşünüp yaptığımız bir kurguyla kayıtları aldık sevgili Emre ile beraber. Hemen orada elimizden geldiği kadar bir mix yaptık. Çünkü Emre de sonuçta gitar çalıp şarkı söyleyen bir kardeşim, kendine yetecek kadar bilgisayardan anlayan bir adam, normalde tonmaister değil. Ama güzel bir mix oldu. Sevgili Emre ile kayıtları yaptık. Sonra görsellerle süsledik ve videoyu hazırlarken görselleri bu sefer sevgili fotoğrafçı Soner Arkan kardeşimle hallettik; açıkçası bu sefer Alper kardeşime tekrar tekrar zahmet vermek istemedim. Bu sefer Soner ile çalıştık. Çekimlerini evde sevgili eşimle ve sevgili kızımla cep telefonuyla yaptık. Sevgili eşim o balkondaki ana parçayı söylediğim sahneyi çekti. Onun olmadığı gün de bir gün sonra sevgili kızım duvara dayalı bir şekilde acapella sahnelerini çekti. Bunların hepsini sevgili Soner’e yolladık ve Soner de bunlardan güzel bir iş çakardı. Tabi cep telefonu ile çekildiği için alttaki videoları büyük bir hale çeviremedi. 7 tane acapella videoyu yan yana dizmek durumda kaldı. Orada küçük adamlar oluştu. Bu küçük adamlara biz önce biz parmak çocuk dedik “Aa parmak çocuk gibi olmuşum!” dedim ben! (gülüyor) sonra baktık sayısı yedi: “Yedi cüceler gibi de oldu bu!” dedik. Sonra Parmak Çocuk mu Yedi Cüceler mi olsun derken yedi cüceler esprisini işin içine katalım düşüncesiyle “Murat Aziret ve Yedi Cüceler” gibi esprili bir adlandırmayla YouTube kanalımıza koyduk. “Büyük Alkış” böyle oluştu. Tabi bir sürü sağlıkla ilgili yerde etiketledik, bilhassa Instagram’daki tanıtım videosuna. Aynı günün akşamında bir arkadaşım, Halk TV’de benim videomu seyrettiğini söyledi ancak açtığımızda kaçırmıştık. Sonra Halk TV’nin internette eski yayınına bakarak bulduk ve ilginç bir şekilde eski bir milletvekili diş doktoru beyefendinin videoyu sanıyorum tesadüfen paylaşımlardan görerek Halk TV spikerine ulaştırdığını gördük ve Halk TV spikeri de bunu çok beğenip yayınının sonuna alarak kullanmıştı o akşam. Daha sonrasında CNN Türk’ün online portalında da yer verildi ve PowerTürk’de sevgili Atilla Şen, 8D teknolojisiyle yayın yaptığı programda kullanıyor ve çalıyor şarkı. Bunu 8D teknolojisiyle alma fikri de sevgili Atilla Şen’e aitti. Bunu hazırlayan dostum da bizim yaş grubundan eski bir müzisyen olan iyi bir aranjör, çok sevdiğim bir dostum olan sevgili Soner Kıvanç; şarkıyı 8D teknolojsinde hazırladı ve 8D olarak sunumunu sevgili Atilla ağabey PowerTürk’ten yapmaya başladı ve halen devam ediyordur dediğim gibi.

Can bey, Live session projesi nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldı?

C.L : Alman bir orkestra ile Türkce şarkılar yapmak, farklı bir Can Leman’ı yansıtıyor. Daha enerjik, daha dinamik ve hareketli bir sahnemiz var orda. Benim çoğulcu yanımı, büyük sahnelerde olma hevesimi gösteren klipler yayınladık. Geri dönüşler hoş oldu! İnsanlar otantik işleri seviyor. Alman orkestrasıyla kendi Türkçe şarkılarına sahneye taşıyan bir adam olmak çok keyifli bir iş. Ve biz artık farklı farklı kültürlerin insanları değiliz. Ortak bir kültürün yaratıcılarıyız. Çoğulcuyuz. Bütün dünya ile buluşmak, kucaklaşmak istiyoruz. Ama bunları yaparken, kendi renklerimizi o evrensel tablodaki renkliliğe taşıyıp temsil ediyoruz. Mutluyum bu durumdan.

Günümüz koşullarının yarattığı durumun müziğe yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.A : Aslında müzisyenler açısından çalışmama bazında evet negatif bir durum. Çünkü konserler biliyorsunuz bizim iş alanlarımız ve kendimizi, ruhumuzu tahmin ettiğimiz; bir sinerjinin olduğu yerler. Seyirciyle buluşup, göz göze geldiğimiz, seyirciyle flörtleştiğimiz; bizlere sıcak teması olan alanlar. Bunlar tabi ki büyük bir kayba ve zedelenmeye uğradı. Ancak başka açıdan bakınca, bir takım tekeller kırılmaya başlandı ve “Bu işler böyle de olabiliyormuş!” dedirttiğini düşünüyorum müzisyenlere. Bilhassa genç müzisyenlerin pek çoğunun birilerine bağlı kalmadan da önünün açıldığın, bir şeyler yapabileceklerini gördüklerini düşünüyorum. YouTube kanalları oldu ellerinde ve böylece kendi çalışmalarını beğenilere sunabilir hale geldiler. Bu da tabi ki pek çok müzisyen için büyük bir avantaja dönüştü. Müzisyenler internet ağı içerisinde dünyanın pek çok müzisyeni birbiriyle birleşebildi, değişik çalışmalar ortaya çıktı. Örneğin Kenya’lı bir müzisyen ile Kanada’yı bir müzisyen bile ortak bir çalışma yapabiliyor. Bence dezavantajları olduğu kadar böyle avantajları da var, nereden baktığınıza bağlı. 

C.L : Bu konu bir çok boyuttan ele alınmalı yoksa doğru sonuçlar elde edemeyiz. Bu piyasa denen şeyin çöküşünü izliyoruz. İnsanlığa yıllardır sunulan nihilist, içi boş ve insani değerlerin ayaklar altına alındığı  bir anlayışın yarattığı tahribata şahit oluyoruz. Ve aynı süreçte yine insanlığın yaratıcılığı, bilimle yürüyüşü ve dayanışmasının güzelliğini görüyoruz. Müzikte buna kayıtsız kalamıyor elbette. Piyasasız bir müziğin nasıl olabileceğinin ufak ufak örneklerini yaşıyoruz bu süreçte! İnsanın olduğu her yer bir sahne, bir sanat alanı olabileceğini düşünüyorum. Yaratıcılığın ve yapıcılığın insanın doğasında olduğunu, bunları özgürce ifade edebilmenin ne kadar değerli olduğunu hissediyoruz. Bu anlayışın yaratacağı sahneler de bambaşka bir boyutta olacak, bambaşka şarkılar ve derin içerikler işleyecek. Piyasanın basitliğine karşı daha derin, daha manalı işler çıkacak ve dayanışma güçlenecek.

Önümüzdeki zamanlarda ikili olarak (ve ayrıca solo olarak) yapacağınız çalışmalar olacak mı?

M.A : Ben gerçekten Can’ı o kadar çok seviyor ve o kadar şahsına münhasır buluyorum ki, onunla birlikte her türlü çalışmayı severek yer alabileceğimi düşünüyorum. Zaman içinde kardeşim gibi oldu. İnşallah ona katkı verebilirim; o her şeyi çok iyi algılayabilen bir adam. Genç adamların en büyük handikaplarından biri malum kendi bildiklerini okuyan tiplerdir; biz de gençtik tabi ki yaşadığımız için biliyoruz. Ama Can öyle değil; kendisine verilen şeyleri değerlendirebiliyor. kendisine göre olup olmayanı doğrudan dışlamadan karar verip olayları çözümleyebiliyor, Bu bir avantaj. Onun şarkıcılığını geliştirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. O da bunu biliyor zaten!

C.L.: Murat Aziret’le stüdyo koçluğuna devam edeceğiz. İlk yaptığımız şarkıyı Eylül’de çıkarmak istiyoruz. Ben şahsen çok şey öğreniyorum bu çalışmalarda! Yeni bir yerden bakıyorum şarkıcılığa. Burda Murat abimin etkisi büyük. Onunla çalışmayı, bir nevi eğitim almayı ve gelişmeyi beğeniyorum. Murat Aziret güzel bir adam! Öncelikle sizi anlamaya gayret ediyor, sonrada büyük emek vererek gelişmenizi sağlıyor. Çok uğraşıyor, elinden geleni yapıyor, asla boş vermiyor! Bir çok genç insana, bir çok alanda el uzattığını biliyorum! Hepimiz ona minnettarız. Bizlere inanıyor ve içimizde çok değerli bir duyguyu yaratıyor, o da ona karşı beslediğimiz sevgi! Benim için iş anlayışının dışında bir insan, gerçekten abim o benim. 

Murat Aziret ve Can Leman’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. İki müzisyenin düet çalışmaları için takipte kalın!