Röportajlar

Yeni teklisi “Derler ki”yi dinleyicilerle buluşturan Aurelia D. ile bir röportaj…

2020 ile birlikte Alternatif Pop anlamında başarılı ilk teklilerden birisi de, psikoloji eğitiminden gelen ancak içindeki müzik tutkusunu hiçbir zaman kaybetmeden eğitimler almakla birlikte pek çok çalışmada yer alan, ilerleyen zamanlarda İTÜ MİAM’da yüksek lisans eğitimi döneminde hocası ve prodüktörü Hakan Kurşun vesilesiyle kendi eserlerine de dönen Aurelia D.’nin ilk teklisi “Break Through Wi-Fi” olmuştu. Takip eden süreçte “Anakronist Hedonist” tekllisiyle de dikkat çeken Aurelia D., 2021 sonuna doğru yeni teklisi “Derler ki”yi PB Müzik etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. Aurelia D. (Duygu Sezgin) ile Bi’Kuble için; müzik yolculuğunu, yeni teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle “Break Through Wi-Fi”a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda İTÜ MİAM’daki yüksek lisans eğitiminiz size müziksel anlamda neler kattı? Ayrıca sanatçı isminizin oluşumu nasıl gelişti?

-Aslında benim vokalist olarak sahneye atılmam 2007 yılına kadar uzanıyor. Aurelia adı altında solo bir projeye soyunmadan önce uzun yıllar çeşitli müzikal tiyatro ve vodvil gruplarında, Dünya müzikleri icra eden topluluklarda ve antik çağlardan günümüze geniş bir yelpazeye sahip çok yönlü korolarda çalıştım. Öte yandan çocukluktan beri ilk aşkım oyunculuk yapmaktı. İstanbul Üni. Psikoloji Bölümü’nde Lisans eğitimine başladığım yıllarda, üniversitenin tiyatro topluluğuna katıldığım dönemde de aklımda hep oyunculuk vardı ve açıkçası okuldan çok sahne çalışmalarına katılıyor gibiydim. Zamanla tiyatro dahilinde müzikal çalışmalar da yapmaya başlamıştık ve o dönem şarkı söylemenin bana daha yakın geldiğini hissetmeye başlamıştım. Okulu bitirdikten sonra Nazım Hikmet Akademisi çatısı altında çok sevgili Prof. Dr. Şebnem Ünal hocamızdan ses eğitimi almaya başladım. Daha eğitimimin 3. ayında hayallerimi süsleyen dünyaca ünlü bir gösteri grubunun seçmelerine 1000 kişi arasından seçilerek çağrıldığım zaman ise karşımda geri dönülmeyecek bir yol açılmıştı artık. O dönem oldukça deneyimsiz sayılırdım ve o büyüklükte bir prodüksiyona hazır olmadığım gerçeği ile yüzleşmem gerekti. Ancak bu hikayenin burada sonlanmaması gerekiyordu; bazı hayal kırıklıkları itici bir güç yaratır ya insan hayatında, öyle bir şeydi işte bu da. Artık sadece müzik yapmak istediğimi biliyordum ve hocamın da tavsiyesiyle İTÜ-MİAM’ın Şan bölümü sınavlarına hazırlanmaya başladım. Burada birlikte çalışma şansına eriştiğim çok değerli hocam Lynn Trepel Çağlar ile klasik şan repertuarı üzerine eğitim almaya başladım. Gerçekten çok değerli hocalarla çalışma fırsatı buldum, üzerimde çok emekleri var. Özellikle ilk yıllar vokalist olarak oldukça zorlu yollardan geçmem gerekti ve en başından beri bana inandıkları için onlara ne kadar müteşekkir olduğumu söylesem az! Sahne ismine gelince. Bahsettiğim gibi yurtdışında sahne alma ihtimalim vardı o zamanlar ve farklı bir sahne ismi kullanma fikri oluşmaya başlamıştı kafamda zira Türkçe konuşmayanlar için telaffuzu oldukça zor bir ismim var. Böylece bir gün, aniden gelen bir ilhamla (gülüyor) “Aurelia Luci” diye bir ismi belirdi kafamda. Aurelia çok sevdiğim bir romantik komedi olan Love Actually filmindeki karakterlerden biriydi.  Aynı evde kalıp, birbirlerinin dilinden zerre anlamayan, biri Portekizli biri İngiliz olan iki insanın arasındaki ilişkiye odaklanan hikayenin baş karakterlerinden biri. Çok bilindik bir film ancak yine de spoiler vermemek için fazla detay vermeyeceğim! Sonraları anlamına bakınca Aurelia’nın Latince’de Altın anlamına geldiğini öğrendim; fakat güneş ışınlarını çağrıştıran bir yanı da var gibiydi. Luci ise çok sevdiğim ancak pek bilinmeyen bir Vivaldi ariasından esinlenme. Anlamı Işık demek. Henüz tam ne demek olduğunu bilmeden Aurelia ile yan yana getirdiğimde “Altın Işık” manasına gelmişti. Kulağa çok hoş geliyordu ancak rock müzik semalarında gezindiğimiz bir proje için fazla klasik kaçıyordu, biz de hocamla kendi ismimden esinle sonuna D’yi ekledik. Aynı tarz yapmasak da bir nevi Lady Gaga ya da Madonna gizemi yaratma çabasında olabilirim biraz! (gülüyor)

Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz? Bu bağlamda Break Through Wi-Fi’ın oluşum süreci nasıl gelişti? Düzenlemeyi ve prodüksiyonu PB olarak üstlenen Hakan Kurşun ile yollarınız nasıl kesişti? Break Through Wi-Fi ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız? 

-Yüksek Lisans yıllarım o zamana kadar hayatımda hiç olmadığı kadar büyük aşk acıları çektiğim bir dönemdi ve bunlar bir süre sonra şarkı sözü haline gelmeye başladılar. Kısa bir süre içinde de piyanoda ufak akorlarla birleşmeye başladı sözler. Ben kendi çapımda demolarımı odamda amatörce kaydediyordum ve açıkçası doğru müzisyenlerle çalışmaya karar verip, tam teşekküllü şarkılar haline getirene kadar bir köşede beklemeye yüz tutmuşlardı. Ta ki bir gün Miam’dan hocam Hakan Kurşun’un “Duygu ne var, ne yok? Var mi hic bestelediğin şarkı?” diye sormasıyla, biraz çekinerek de olsa kendisine epey ham halleriyle 4 tane demo gönderene kadar… Hocam kısa sürede upuzun bir maille cevap yazdı ve Aurelia’nın solo proje hikayesi de böylece başlamış oldu. BTWF ilk çıktığında benim için hala taze olan ve etkilerini yeni üzerimden attığım bir ilişkiler ağının sonucuydu. Artık örümcek ağı haline gelmiş, kangrenleşmiş bir yapıydı bazı insanlarla olan sosyal medya ilişkilerimiz. Bir oyuna dönüşmüş gibiydi adeta. Paylaştığımız herhangi bir şey, üstü kapalı bir başkasına laf sokma çabası olabiliyordu, bir şarkı mesela. Hissettiklerime karşılık gelebilecek pek çok şarkı paylaşıyordum ancak asıl problemi gözler önüne sürebilecek bir şarkı yoktu henüz. Ben de kendim yazmaya karar verdim. Sound açısından en karanlık şarkım. Dinleyen pek çok kişinin sosyal medyaya karşı hislerine tercüman olduğunu görmek de elbette sevindiriyor insanı. Çıkış noktası, günümüzde bağlamı değişen “bağlantı” kelimesiydi. İngilizce’de ‘connection’ dendiğinde eskiden daha çok ‘human connection’ yani insanlar arasındaki duygusal bağdan, karşılıklı kurulan samimi bir iletişimden ve birbirini anlama halinden bahsedilirdi. Şimdilerde ise internet bağlantısını akıllara getiriyor ilk başta. Sosyal medyanın ilişkilere hangi ölçüde zarar verdiği ve bizi birbirimize ne kadar yabancılaştırdığına dair hepimizin aşağı yukarı bir fikri var ancak üzerine ne söylersek söyleyelim aynı oranda kullanmaya ve gittikçe daha da fazla bağımlısı haline geldiğimizi kanıksamış bir halde hayatımıza dahil etmeye devam ediyoruz. Buna rağmen, her gün maruz kaldığımız bütün o uyaranlar bombardımanının arasında ulaştığı insanlara bir an için de olsa düşünmeyi ve kendi hayatında dijital tatminlere duyduğu ihtiyacı nasıl miminuma indirgeyebileceğine dair bir soru işareti oluşturabilirse eğer amacına ulaşmış demektir. Yüzyüze, insan insana “bağlantılar” kurmaya her zamankinden cok ihtiyaç var. Geri dönüşlerden özellikle Tool ve Pucifer’ın şarkıyı beğeneceğini söyleyen bir arkadaşımın yorumu çok hoşuma gitmişti. A Perfect Circle da dahil, içinde Maynard J. Keenan’ın yer aldığı bütün grupları delicesine dinlemekteyim. Dinleyip de beğenseler mutluluktan ölürdüm muhtemelen. Ayrıca bu ilk şarkıdan sonra bazı İngiliz indie gruplarının yeni çıkan şarkıları ile ilgili geri dönüşlerimi istemesi de epey motive edici olmuştu o dönem. -Bu vesileyle tanıştığım Juliper Sky adlı çok sempatik genç bir grup; özellike dream pop sevenler için şiddetli tavsiye!- Ama hepsinden önemlisi Demet Sağıroğlu’nun şarkımızın altına iliştirdiği “thumbs up” emojisini gördüğüm gündü. Belki küçük bir ifadeydi bu ama beğendiğini öğrendiğimde inanılmaz mutlu olmuştum. Benim şarkı söylemeye dair ilk hatırladığım anılarımdan biri, ilkokuldaki müzik derslerimizde kendisinin şarkılarını söylediğim zamanlar. Tahtaya her kalktığımda ya Arnavut Kaldırımı ya da Kınalı Bebek şarkısını söylerdim hep. Şarkılarında işlenen o naif ve son derece incelikli isyan duygusu; içindeki çocuğa uyanma çağrısı, bende hala güncelliğini koruyan duygular. Bir 90’lar çocuğu olarak da her zaman koruyacağıma eminim. Kendisine de böylesi bir ilham kaynağı olduğu için tekrar tekrar teşekkür etmek isterdim. 

Break Through Wi-Fi için Kurşun ile hazırladığınız klibin oluşumu nasıl gelişti ve klip ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Hocam çok yönlü, usta bir müzisyen olmasının yani sıra görsel anlamda da estetik duygusu çok yüksek bir sanatçı. O yüzden çıkış şarkımızın klibini kendisi çekmeyi teklif ettiğinde çok sevinmiştim. Kamera gözü ve fotoğrafta ışık anlayışı çok güçlü. Hala tekli fotolarını birlikte çekmeye devam ediyoruz ve harika işler çıkıyor ortaya. Videomuz için de dünya standartlarında bir iş çıktığına dair güzel geri dönüşler aldık. Elbette hepsi çok sevindirici yorumlar.

Kurşun ile bestelediğiniz ikinci tekliniz Anakronist Hedonist’in oluşum süreci nasıl gelişti? Anakronist Hedonist ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Anakronist Hedonist, toplumun ‘kadın olmak’ üzerine yüklediği rollere dair bazı sorular barındıran bir şarkı ancak bunlar soru işaretinden ziyade birer ünlem işareti ile biten sorular. Anakronist bir anti-evlilik şarkısı değil. Ancak evlilik fetişizmine de karşı. Ne kadar ‘modern’ bir hayat görüşünüz olursa olsun, belirli bir yaşa gelmiş bir kadının evlenmemiş olması, aynı yaşta bir erkekle aynı kefeye konmuyor. Erkekler için evde kalma tabiri kullanılmaz mesela. Çünkü erkek dediğin ‘evde kalmıyor’, mümkün olduğunca uzun süre ‘özgürlüklerini’ yaşama haklarını kullanıyor ve buna teşvik ediliyorlar. Bunu kendinden menkul bir hak olarak görenlere karşı sözleri. Kadınlarınsa bu çifte standardın karşısında, aynı hayat tarzını benimsediği takdirde dosdoğru veya dolaylı olarak farklı bir muamele görmediği günler gelene kadar bu tarz toplumsal çelişkileri bize tekrar tekrar hatırlatacak her türlü sanatsal ifadeye daha çok ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Geri dönüşler arasında en çok Nejat (Yavaşoğulları) abimizin, şarkı henüz master sürecindeyken dinleyip çok beğendiğini ve şarkının ilerleyeceği yolda güzel dileklerini iletmesi çok sevindiriciydi. Elbette müzikal kahramanlarınız size böyle güzel geri dönüşlerle karşılık verdiğinde mutlu olmamak elde değil!

Anakronist Hedonist’in klibini yöneten Erman Bostan ile yollarınız nasıl kesişti? Klibin oluşum süreci nasıl gelişti ve klip ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Erman 2004’te üniversitede birlikte tiyatro yaptığımız yıllardan beri tanıdığım oldukça eski bir arkadaşım. Zamanla çalışmaları sinema ve video sanatına doğru evrilmeye başlamıştı. Kendisi hem estetik gözüne çok güvendiğim hem de benzer müzik zevklerini paylaştığım ve zaman zaman yeni indie grupları keşfetmeme ön ayak olan oldukça kafa dengi bir insan. Anakronist için ilk defa kendim bir senaryo kaleme almıştım, ancak mekanı, kostümü, ışığı vs. derken çok büyük bir prodüksiyon olacaktı. Buna hem zaman hem de maddi olanağımız yoktu o dönem. Senaryoyu ona gösterdikten sonra buradan hareketle o da kendince yeni bir senaryo kaleme aldı ve inanılması güç bir özveriyle beş farklı kısa hikayeyi aynı gün içerisinde çekmeyi başardı. Yönetmen olarak Erman gerçekten harika bir iş çıkardı, videoda yer alan oyuncular da yine üniversitedeki tiyatro topluluğumuzdan eski arkadaşlarım, onlara da ayrıca çok minnettarım, birlikte çok keyif aldığımız bir süreç oldu ve oyunculuklarıyla da videoyu bir üst düzeye taşımış oldular. Oldukça güzel geri dönüşler aldık, özellikle hikaye akışını izlerken 4. duvarı kıran, karakterin içinde bulunduğu mekanlarla özdeşliği kıran, izleyici yabancılaştıran ve kameradan izlediğimiz her şeyin bir oyun olduğunu seyirciye net bir şekilde, oldukça estetik bir anlatımla vurgulayarak göstermesi açısından da çok başarılı bir anlatım olduğuna hemfikir gelen eleştiriler.

En son “Derler ki”yi dinleyicilerle buluşturdunuz. “Derler ki”nin oluşum süreci nasıl gelişti? Derler ki ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Birkaç yıl önce yaşadığım bir olayın etkilerini kendi içimde bitirme çabası. Çok fazla korkuya karşı sürekli ayakta kalmaya çalışmanın yarattığı tükenme duygusunu anlatıyor. Şarkılarımda mümkün olduğunca umut dolu bir taraf tutma çabasındayım ancak sözleri diğerlerinden azcık daha karamsar bir şarkı bu. Aslında yayınlandığı dönem kendi içimde tükendiğimi hissettiğim bir zaman değildi. Ancak daha öncesine dayanan, içimde kalmış bir şeyler vardı. Bir türlü çözülemeyen, adı konmamış endişe ve korkulardı esin kaynağı. Korku için zihin öldüren denir. Mantıklı düşüncenin bilinen en büyük düşmanı… Peki korkuyla hareket etmemek için ne yapmalı? Belki bazen, tükendiğini hissettiğinde geri çekilmeli. Elbette bunu yapmak söylemesi kadar kolay değil. Çünkü içinde bulunduğunuz hayat koşulları çoğu zaman buna izin vermeyecektir. Böyle zamanlarda yaşam, size sırtını dönmeyecek insanlarla bir arada olma şansı vermişse eğer… Özellikle de şehir hayatı, bir türlü açılamadığınız fırtınalı bir okyanusa benzediğinde… Size güvenli bir liman gibi gelen; arkanızı dönüp ona yaslamaktan çekinmeyeceğiniz, herşeye rağmen yanınızda olacak birileriyle karşılaştırdıysa eğer ne mutlu size. Etrafınızda böyle kimseler olmadığındaysa, yanınızda bazen sadece müzik kalır. Bazı müzikler sizi yargılamadan, olduğunuz gibi kabul eden insanlar misali size anlaşıldığınızı hissettirir. Öyle zamanlarda dinlenecek bir şarkı yazmak istedim ben de. Genel itibariyle de huzur veren bir şarkı olduğu söyleniyor. Dinleyicisi nezdinde amacına ulaşmış olduğunu görmek güzel bir his.

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

-“Art should disturb the comfortable and comfort the disturbed.” Bu cümle çok sahiplendiğim bir cümle. Sanatın “fazla rahat” olanı rahatsız etmesi, yani biraz dürtmesi; içten içe kendini rahatsız hissedeni de rahatlatabilmesi gerek. Bu benden bağımsız bir söz de değil aslında, içine kendimi de dahil edebileceğim bir düşünce. Örneğin; Çok fazla belirsizliğin olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve gündelik hayatta karşılaştığımız türlü zorluklarla başa çıkabilmek için birbirimize konfor alanlarımızdan çıkmayı öğütleyip durur olduk son zamanlarda. Fakat kendi hayatımızda bunu ne kadar gerçekleştirebiliyoruz? Yazdığım her bir şarkı bunun gibi; hem kendime hem de başkalarına sormakta zorlandığım sorular barındırıyor içinde. Müzikal yapıdan bahsedersek; yer yer alt-rock semalarında gezinen ve eklektik unsurlar barındıran şarkılar yapmayı seviyoruz. Kendi adıma ergenlikten beri Depeche Mode’dan Black Sabbath’a, A Perfect Circle’dan Placebo’ya; çoğunlukla da tek bir kategoriye sığmayan rock grupları dinleyerek büyüdüm. -gerçi koskoca heavy metali dünyaya getiren Black Sabbath’a rock demeyelim artık, ayıp olur!- (gülüyor) Yani indie gruplardan progressife, Barok müzikten heavy metale, old school rock’tan 90’lar Türkçe Pop’a kadar uzanan geniş bir müzik zevkim var. Biraz amiyane tabirle daha klasik dönemlerden de ilham alan bir müzisyen olarak, pek çok farklı tarzdan beslenmek beni sanatçı olarak canlı tutuyor diyebilirim. Ayrıca Hakan Hocam da bildiğiniz gibi efsane eski rockçılardan, yani kaçınılmaz olarak rock altyapılı oluyor şarkılarımız. Buna rağmen tek bir tarza bağlı kalmak zor. Her gün atom altı parçacıkları gibi yeni bir ‘genre’nın ortaya atıldığı günümüzde bu furyaya bir gün ben de dahil olacağımı düşünmezdim ama şimdilik Eklektik Rock yaptığımızı söyleyebiliriz sanırım!

Derler ki’den sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?

-Şu an üzerine çalıştığımız son şarkı; doğaya dönüş teması üzerine kurulu. Kendi özümüze daha fazla yabancılaşmamak için bir uyarı, acil olarak harekete geçmek icin bir çağrı niteliğinde. Didaktik olmak gibi bir amacı yok ama dinleyicilerin yüzleşmek istemeyebilecekleri bazı sorular sormayı amaçlıyor yine. Çok güçlü bir şarkı olacağına inanıyorum zira Hakan Kurşun ile çalışınca daha azını bekleyemezsiniz! Bu yıl sonuna kadar önceki şarkılarımızın yanına en az 4 tane daha ekleyip bir debut albüm haline getirme planımız var. Yeni İngilizce şarkılar da yolda. Standart “radio friendly” şarkılar olmayacağını söyleyebilirim şimdiden.

Aurelia D.’ye bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Derler ki”yi tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.