Bağımsız Sahne köşesinin yüz sekizinci konuğu zaman içinde sanatın çeşitli dallarıyla ilgilenerek sunuculuk yapan, korolara giden, bir anı kitabı yazan ve kendi şarkılarını yapmaya başlayarak bir nevi on parmağında on marifet bir sanatsallığı benimseyen; birkaç yıldır müzisyen kariyerine odaklanarak art arda yayınladığı teklileriyle dinleyicilerin beğenisini kazanan ve en son yine kendi eseri olan yeni teklisi “Koşa Koşa”yı dinleyicilerle buluşturan DidoAy oldu. DidoAy (Ayşe Didem Gülsever) ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, yeni teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle “Siyah”a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?
-Her müzik sevdalısı gibi kendimi bildim bileli müzik âşığıyım. İlkokul dönemimde bir an önce okuldan dönmek ve müzik setine kavuşmak isterdim. Kulağımda müzik… Elimde, dinlediğim albümün kaset kartoneti… Şarkıların sözlerini kim yazmış, besteyi kim yapmış, düzenleme ne demek… Bunlar üzerine düşünür, kafa yorardım. Aslında bugünün çocuğu olsam ebeveynlerim bugünkü ebeveynler gibi olsa bunu keşfeder ve bunu geliştirmek için gerekli aksiyona geçerlerdi. Benim müzik yolculuğum ise okul korolarında ve zamanında Kültür Bakanlığı Çoksesli Gençlik Korosu ile sınırlı kaldı diyebilirim. Sonrasında ara ara şan dersi aldım.
Ayrıca birlikte sizi çeşitli projelerde sunucu olarak da tanıdık. Sunuculuğa başlamanız nasıl gelişti, bu bağlamda bu alanda edindiğiniz tecrübeleri nasıl özetlersiniz?
-Sunuculuk 2002 yılında konser sunarak başladı ve sonrasında TRT ile devam etti. Müzik programı sunmak, hem TSM hem THM, beni çok geliştirdi. O dönemde aynı zamanda Kültür Bakanlığı’nın Çoksesli Gençlik Korosu’ndaydım. Amatör bir koroyduk ama ciddi eğitim aldık. Sunuculuk, spikerlik de beni çok mutlu eden şeyler ama müziğin yeri başka… Şimdi Instagram’ımda Yol Şarkıları reelleri çekiyor ve eski şarkılara değiniyorum. Böylece her iki yönümü de sosyal medyada kullanmış oluyorum. Profesyonel olarak ise şu anda çalıştığım yerin Kurumsal İletişim Koordinatörüyüm.
Bununla birlikte İkinci Adam Yayınları tarafından “Çınarcık Âşıkları” isimli bir anı kitabınız yayınlandı. Bu kitabın oluşum süreci nasıl gelişti? Kitabınızla ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Radyo, Televizyon ve Sinema yüksek lisans sürecimde sinema ve mekân üzerine yoğunlaşmış ve “Kamusal Mekân Olarak Beyoğlu’nun Türk Sinemasındaki Temsili” başlıklı bir tez yazmıştım. Çok yoğun bir süreçti. Dedim ki “Şu tez bitsin ve mezun olayım, bir daha ne kitap okurum, ne de yazarım.” Öyle yoğundum ve yorulmuştum. Mezun oldum ve bir ay bile geçmeden boşluğa düştüm. Okumadan ve yazmadan duramazdım elbette! Mekân çalışmış biri olarak, çocukluğumda ve gençliğimde yaz tatillerimin geçtiği ve 1999 depreminden sonra terk ettiğimiz Çınarcık’ı neden yazmayayım ki diye düşündüm ve kendimi bilgisayar başında buldum. Kitabı yazarken sürekli İlhan İrem dinlediğimi ve bazı anılarımı kaleme alırken ağladığımı belirtmek isterim. Çınarcık Âşıkları kitabı benim için bir vefa borcu ödemesi gibiydi. Sadece anılardan oluşmuyor aslında, derin gözlemler ve tespitler içeriyor. 1990’larla 2000’ler arasında toplumda değişen davranış biçimleri gibi… 2011 yılında basıldı ve Çınarcık’ta ilgi gördü. Bana da bu yeterdi zaten. Çünkü lokal bir konu… Herkesin ilgisini çekmezdi. Hedefim Çınarcık’a gelenlerin okumasıydı; öyle de oldu. Aslında bir roman yazdım, ama şimdilik bilgisayarımda duruyor. Hatta kitabın şarkısını da yaptım. Onların da zamanı gelecektir diye umuyorum.
Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz, bu bağlamda “Siyah”ın oluşum süreci nasıl gelişti? Düzenlemenizi üstlenen Berke Biricik ile yollarınız nasıl kesişti? Siyah ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Siyah benim aslında ilk şarkım değil. Üniversite çağlarında da karalıyordum bir şeyler fakat kolay kolay beğenmediğim için ve o zamanlar dijital müzik devri henüz açılmadığı için çok da peşinden koşmadım. Ta ki artık kendi şarkılarımızı kendi imkânlarımızla yapabileceğimiz dijital devrim gelene kadar… Sadece duvarlar dinlemesin, mümkün olduğunca çok insana ulaştırayım istedim. Bir şeyler ürettiğinde insan, herkes duysun istiyor haliyle… Hepimiz bu dünyadan geçip gidiyoruz, bu bir yolculuk aslında. O nedenle ardımızda bir iz bırakabilmek güzel bir duygu. Berke Biricik, benim müzisyen arkadaşlarımın oğlu çok yetenekli müzisyen bir genç. 2012 yılında TRT Avaz’da Gün Çiçekleri programını sunuyordum ve Biricik Orkestrası da -yani Berke’nin annesi ve babasının orkestrası- programda müzik yapıyordu. Berke o zamanlar bile gitar çalıyordu. Çok yetenekli olduğunu fark ettim. Program projesi bitti ama arkadaşlarla kopmadık. O süreçte Berke büyüdü, konservatuvarda okuyordu. Dedim ki “Berke, benim bir şarkım var, sen aranjesini kesin yaparsın.” O da tamam dedi ve ilk üç şarkımız için bu şekilde çalışmalara başlamış olduk.
İkinci tekliniz Biricik düzenlemesi “Gri”nin oluşum süreci nasıl gelişti? Gri ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Siyah’ı tamamladıktan sonra Gri’ye başladık. Şarkıyı besteledikten hemen sonra aslında şarkının altyapısının da hayalini kurmaya başlıyorum. Burada şu enstrüman iyi olur, şöyle bir giriş yapalım gibi. Bunları elbette aranjörle paylaşıyorum. Düzenleme çok çok önemli. Çok iyi bir Onno Tunç dinleyicisi olduğum için çocukluğumdan dolu bir kulağım var. Berke’yle de istişare ederek ilerledik ve çok beğendiğim bir düzenlemeye imza attı. Bu arada Gri’yi, yaşadığım Ankara’ya yazdığımı da belirtmek isterim. Bazen denizden uzak olmak zor geliyor bana.
Üçüncü tekliniz Biricik düzenlemesi “İnziva”nın oluşum süreci nasıl gelişti? İnziva ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-İnziva, şiddete maruz kalan tüm canlılar için yazdığım bir şarkı. Hayvansever ve merhametli bir insan olduğum için acımasızlığa karşı çıldırıyorum. O şarkı ise şiddet mağdurlarının ağzından yazılmış bir şarkı. Nitekim sokağımızda baktığım köpeklerden rahatsız olup beni suçlayan komşular beni o dönem çok üzdü. Bu duygularla da bu şarkı çıktı.
İlk üç tekliniz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Kimi “Ben hâlâ siyahçıyım” diyor, kimi “Gri çok daha iyi” diyor, kimi de iş hayatından bıkmış “İnziva bana çok hitap ediyor” diyor. Birilerine hitap edebilmek güzel. Benim için hepsinin yeri ayrı. Bazen aylarca şarkılarımı dinlemiyorum, sonra peş peşe dinleyip “Evet, güzel işler yaptık, inşallah devam edeceğim” diyorum.
Dördüncü tekliniz “Zaman”ın oluşum süreci nasıl gelişti? Düzenlemeyi üstlenen Mustafa Sarıkaya ile yollarınız nasıl kesişti? Zaman ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Dördüncü tekli Zaman… Bir Nihavend eser. Bir gün bir arkadaşım bize yemeğe geldi. Masada mum yanıyor. Sohbet koyu… Mumu seyre daldım biraz… Arkadaşım gitti, gece sözlerini yazdım. Diğerlerinden farklı olarak önce söz yazıp sonra besteledim ve ilk bestelediğimde, iyi bir TSM dinleyicisi olan ve amatör olarak korolara katılan anneme koştum ve dedim ki “Anne ben bir şarkı yaptım, ama acaba esinlendim mi, emin olamıyorum, çünkü benim tarzım değil.” Annem de dinledi ve herhangi bir esere benzemediğini söyledi. Onun üzerine bas gitarist bir arkadaşımı aradım, dedim böyle böyle, bir eser yaptım ama türk Sanat Müziği kıvamında bir şarkı. Bu tarzdan kim anlar? O da beni Mustafa Sarıkaya’ya yönlendirdi. Mustafa ile yollarımız böyle kesişti. Zaman’la ilgili pek geri dönüş almadım. Derin bir şarkı. Çoğu insanın hayatında müzik bir fon. Bir şeyler yaparken arkada var olan bir renk. Benim içinse dinleyici olarak bile her zaman figürdü. Zaman, insan hayatının hazin hikâyesini ve değişmez sonuç olan ölümü anlatıyor aslında. Geri planda kaldı Zaman. En az dinlenen şarkım o. Ama bu şarkılar hep dijitalde olacak. Sevenleriyle kavuşacaktır, inanıyorum.
Yeni tekliniz Sarıkaya düzenlemesi “Koşa Koşa”nın oluşum süreci nasıl gelişti? Koşa Koşa ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-2021 yılıydı… Koşa Koşa’yı bir pandemi gecesinde ağlayarak yazdım. O da -Zaman hariç- diğerleri gibi bir anda geldi. Mustafa’yla ara sıra haberleşiyorduk. Şarkıyı ona götürdüm. Beğendi. Dedim ki “Ben bu şarkıyı bestelerken, bu şarkı viyolonsel istiyor, daha senfonik bir altyapı istiyor”, haklısın dedi ve mutabık kaldık. Ardından düzenlemeyi dinlediğimde tüylerim diken diken oldu ve dedim ki “Mustafa, gerçekten hayalimdeki düzenleme buydu, eline sağlık.” Şarkının kaydına girmeden önce defalarca dinledim. İçime sindirdim, nasıl söyleyeceğimi hayal ettim ve stüdyoya girip okudum. Geri dönüşlere gelince… Gerçekten çok güzel. “Didooooo bu başka bir şey olmuş” diyenler oldu. Şu anda iyi gidiyor. Ben de mutluyum. Herkese ilgisi için teşekkür ediyorum.
Bununla birlikte müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmak, size yapmak istedikleriniz anlamında özgür bir alan sağlıyor mu?
-Evet, bağımsız olmak demek, kendi dünyandaki müziği insanlarla buluşturmak demek. Tabii bir prodüksiyon firmasıyla iş yaptığında, reklam ve daha çok tanınma şansı artıyor. ama ben yapı olarak sevmediğim, beğenmediğim ve içime sinmeyen hiçbir şey yapamam.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Bir şeyi özetle tanımlamak benim için zor. Bilemedim! Adını siz koyun!
Koşa Koşa’dan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Sırada bir şarkım var. Pilot kaydını dinleyip neler yapabiliriz, bu şarkı ne istiyor diye düşünüyorum. Keman ve elektro gitar birlikteliğini çok seviyorum. İnşallah hafif senfonik rock tarzında yaparız diye düşünüyorum. Ondan sonra da sıra diğer şarkılarıma gelecektir diye umuyorum. İnsanın kendi ürettiği şeyleri ulaştırıyor olması çok büyük bir mutluluk ki ben bunu sadece 5 şarkımla daha bu aşamada hissediyorum. Sezen Aksular, Nilüferler, Kayahanlar, Barış Mançolar, İlhan İremler, Onno Tunçlar, Aysel Güreller, Atilla Özdemiroğlu vs… Üstatlar kim bilir ne mutluluk ve haz yaşadılar. Onların her birinin her bir eseri benim çocukluk ve gençlik öğretmenimdi. Dolayısıyla tanımadıkları öğrencileri olarak adlarını anmak ve sonsuz sevgi ve saygımı belirtmek istedim. Son sözüm ise her zaman söylediğim gibi, baki kalan bu kubbede hoş bir sedadır. Güzel şeyler bırakalım dünyaya.
DidoAy’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Koşa Koşa”yı tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle