Bağımsız Sahne’nin altıncı konuğu, iki yıl içinde bağımsız yayınladığı pek çok tekliye imza atan ve en son “Kaş Şarkısı”nı dinleyicilerle buluşturan Müge Yılmaz… Müge ile, müzik yolculuğunu, teklilerini ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle teklilerinize kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?
-Üniversitedeyken TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Gençlik Korosu’nda 2 yıl koristlik yaptım fakat yurtdışına çıkmam gerektiği için ara vermek zorunda kaldım. Döndüğümde O Ses Türkiye yarışmasının ilk sezonuydu. Ona katılmıştım. Daha sonra Ankara’daki müzisyen arkadaşlarımdan teklif gelince sahne almaya başladım. 2012 yılından beri aktif olarak İngilizce ve Türkçe repertuvar ile Ankara ve Eskişehir’de sahne alıyordum diyebiliriz.
Bununla birlikte sizi O Ses Türkiye’de de dinledik. O Ses Türkiye’de yer almanız nasıl gerçekleşti ve siz de O Ses Türkiye’de yer almış bir sanatçı olarak programın müziğe olan katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Erasmus programıyla gittiğim yurtdışından yeni dönmüştüm. O nedenle biraz daha ‘Aman, ne olur en fazla yani!’ diye katılmıştım; annem istemişti bir de, beklentim büyük değildi. Hatta başvurup üç dört kere çağrılıp gitmediğim de olmuştu ‘İşim var!’ diye. Sonra işler büyüdü tabi; televizyona çıkınca hem ailem, hem çevrem ve büyüdüğüm şehir, yer Ermenek inanılmaz bir şekilde sahiplendikleri için ben de ‘Galiba ciddi bu iş!’ diye düşünmeye başladım. Bir de ailem müzik olayına ilk başlarda sıcak bakmıyordu, yarışma ile bir şekilde bunu resmileştirmiş ve kabul ettirmiş oldum. Ama yine beklentim büyük değildi; çünkü bu iş yarışmacılara bir gelecek vaadetme üzerinden ilerliyor gibi görünse de aslında eğlence programıydı ve içerisindeyken de bunun hep farkındaydım. Ama ben bir yandan da yarışmayı büyük prodüksiyonlu bir sahnede, Türkiye’deki en iyi müzisyenlerle çalışma deneyimi için kendi açımdan çok verimli buluyorum aslında. Tarık Sezer Orkestrası ile çalışmak hala daha bana sahne hayatımda çok katkı sağlıyor. Hatta bir de ‘Umbrella’ performansında dans ettiğim eğitmenlerden biri Madonna ile de çalışmıştı, bunu öğrendiğimde çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çünkü benim hayalim sadece şarkı söylemek değildi hiçbir zaman. Dansı ve o hikayenin sahnede yansıtılış biçimini hep çok önemsedim. O Ses Türkiye, bunları tecrübe edebilmem için bana sahne dışında bu ekibi de sağlamıştı bir yandan. Ve benim ilk sahne tecrübemdi evet; ‘Ben sahnede olmalıyım!’ dediğim hayatımdaki ilk ciddi andı galiba. Müziğe bir katkısı olduğunu düşünmüyorum ama. O Ses Türkiye, müzik programından ziyade bir eğlence programı, çünkü yeteneğin ve sahne ışığının önüne geçen kısa vadeli kar sağlayacak konular üzerinden bir değerlendirme süreci ile yarışmacıları seçme üzerine kurulu. Bunu bilerek izlemek gerektiğini düşünüyorum.
Profesyonel bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve Olsun’un oluşum süreci nasıl gelişti? O dönemde Artıproject ile yollarınız nasıl kesişti?
-Aslında burada biraz dert yanabilirim. Benim sahne almaya başlama sebebim her zaman eksiklerimi tamamlamak, sahne tecrübesi edinmek ve en önemlisi kendi şarkılarımı söylemekti. Bunun için çevre edinmem gerekiyordu ve ben bunu bar sahnelerinden edinebileceğimi düşünüyordum o dönem. Fakat sektörde kadın olmanın zorluklarının bu denli bana engel olacağını düşünmemiştim. Senelerce herkesin kapısını çaldım çalışmak istediğim. Fakat halen de devam eden erkeklerin erkekleri bir şekilde desteklediği ama kadın vokalseniz biriyle ortak bir iş yapmak istediğinizde ‘Hiç kâr istemiyorum; şarkı tutsun, konser verebileyim!’ derdim bu dediğim insanlardan bile bir şekilde farklı beklentilerle karşılaştım. Aynı insanlar aynı işleri erkeklerle yaparken maddi, manevi bir şey beklemezlerken bir kadın ile yapmak istediklerinde hep konu başka yere geldi. Burada sadece erkekleri suçlamıyorum tabi, bu şekilde çalışmayı prensip haline getirip bir yerlere gelen kadınlar da bir şekilde bu tarzı seçmek istemeyenlerin önünü kapatıyor. En son Olsun’a gelen süreçte o dönem Feridun Düzağaç bir projesinde bana yer vermek istediğini söylemişti ve proje iptal olmuştu; ben üzülünce de ‘İşlerini bana getir, yardımcı olmaya çalışayım’ demişti. Ben de bir düet şarkısı hazırlayıp ona götürmeyi planlıyordum. Destek almak istediğim müzisyen arkadaşlar bu iş için bana önerdikleri projeyi etik olmayan bir şekilde başkasına verince çok üzülmüştüm. Ve aslında üretme sürecimin en verimli başladığı nokta odur. O projede çalıştığım insanlar ‘Kendi şarkımız, istediğimizi yaparız!’ demişti. Ben de o zaman ben de kendi şarkılarımı kendim yaparım diyip kolları sıvamıştım. Olsun’u bir dizi projesi için yapmıştım fakat projenin şirketi değişince şarkı elimde kaldı. Senelerdir ne denli bu iş için koşturduğumu ve çok üzüldüğümü bilen arkadaşlarım da ‘Ya gel biz buna bir klip çekelim, şarkıyı çok sevdik!’ dediler. O şekilde maceralı ve aksilik dolu bir klip çekimi arkasından Emrah Güzelkokar’a ulaştım netd müzik kanalında klibin yayınlanması için. O da beni kırmadı sağ olsun, o şekilde tek şarkılık bir anlaşmamız oldu.
Olsun ile ilgili o dönem nasıl geri dönüşler aldınız?
-Olsun’u herkes çok sevdi çünkü önceki işlerim daha alternatif işlerdi. Fakat bir yandan okul, bir yandan sahne, bir yandan PR çalışmasına ayıracak çok vaktim ve bütçem yoktu. Bir de şarkı ile ilgili şöyle bir eleştiri geldi. ‘Genç, güzel, başarılı bir kadın vokalsin, sözlerin platonik bir aşkı anlatıyor. İnsanlar “Olsun, ben seni uzaktan da severim.” demeni samimi bulmayabilirler!’ dediler. Bu eleştiri ilk başta bana çok garip gelmişti fakat zaman geçtikçe toplumsal basmakalıp yargılarla karşılaştığınızda hem seksi hem romantik bir kadın olduğunuzu kabul ettirmenin zor olduğunu anlıyorsunuz. Önemsedim mi peki bu eleştiriyi, çok değil. Hala seksi ama romantik bir kadınım ve öyle şarkılar yazıyorum! (gülüyor)
Artıproject sonrası yolunuza bağımsız olarak devam ettiniz, herhangi bir müzik firmasıyla çalışmayı düşünüp konuyla ilgili girişimleriniz oldu mu, yoksa bağımsız olarak çıkacağınız o tekliden sonra belli miydi?
-Müzik firmaları benim çalışmak istediğim dönem tam da ‘Şarkını yaz, kaydet, klibini çek bana getir, haklarını da bana ver, tutarsan görüşürüz!’ sistemine geçmişti. O nedenle benim işime yaramayacaklardı, çünkü ben kayıt ve üretim maliyetini karşılayabilecek bir bütçeye sahip değildim zaten. Bu dönem tek üzüldüğüm YouTube’un ilk popüler olmaya başladığı yıllardı. YouTube’a içerik üretebilirdim aranjör ve şirket kovalamak yerine…
Bununla birlikte çalışmalarınızın düzenlemenizi ve bağımsız olarak prodüktörlüğünüzü de kendiniz yapmaya nasıl karar verdiniz? Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?
-Açıkcası sektörden bıkmışlığım var. Bir şeyler üretebilmek için hem anlaşabileceğin hem de aynı hayallere sahip olduğun güvenilir “iyi” insanlar bulmak oldukça zor. Ben samimiyetsiz ortamlarda çok fazla çalışamıyorum. Parasız kalmayı tercih etmişliğim bile var bundan dolayı. Bir de kadın olma ve kadınlarla sadece iş yapmayı isteyemeyen bir güruh var. Haliyle sürekli insan kovalamaktan çok yorulmuştum. Lana Del Rey’i uzun zamandır takip ediyor ve seviyordum. O tarz işler üretebilecek insan bulmam da zor olduğu için onun altyapılarına söz yazmaya başladım. Spotify ve YouTube’da telif doğrudan şirkete gittiği için sorun çıkmadığını görünce 3 şarkıyı bu şekilde hazırladım. Bu dönemde ve halen en büyük desteği mix işlerinde Aziz Berk Erten verdi. Çünkü evde kaydettiğim bir şeyi ilk kez mixli olarak duyduğumda ne kadar heyecanlandığımı ve buna devam etmem gerek dediğimi hatırlıyorum. Şimdi ise başka bir şarkının altyapısını kullanmak yerine yurtdışındaki beatmakerlardan beat satın alıp şarkı yapmaya başladım. Kadınım ULAN!, Kaş Şarkısı ve sonrasında gelecek 2 şarkı da bu şekilde hazırlandı. Bazılarının üstüne evde ben de bir şeyler yazdım. Sınırlılıkları var tabi ki ama insanlara vakit ayırıp stresle boğuşmaktansa o vakti evde üretmeye harcamak daha çok şey öğretiyor.
Bir de üretim sürecinde, en azından yazım sürecinde yalnız olmak üretmeme daha çok katkı sağlıyor galiba. ‘Peki bundan sonra iyi prodüktörlerle çalışmak istemez misin?’ diye sorarsanız da tabi ki cevabım ‘Evet!’ olur. Arayışım baki ama artık kapıları çok sık çalmıyorum. Yine de bu fırsat doğana kadar üretmeye devam edeceğim kendi şartlarımda. Önemli olan anlatmak istediğim hissiyatı ve duruşu insanlara geçirebilmek. Belki de artık prodüktörler beni bulur iyi işler yaptıkça!
Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?
-Öncelikle özgürsünüz fakat her iş sizin omzunuzda. O yüzden aksayan bir şeyler muhakkak oluyor. Şarkının her aşamasını tek kişi olarak düşünüp çözmeye çalışmak yorucu bazen. Ama böyle de çok şey öğrendim. Artık müzik firmalarından ziyade sosyal medya firmalarını konuşmak doğru olur sanırım bir de. Çünkü akustik cover projelerinden, şirketle çalışan müzisyenlere kadar herkes bu işin sosyal medya ve menajerlik firmaları ile yürüdüğünü çözmüş durumda. O firmalar sponsorlar, fenomenler ve müzisyenleri buluşturarak başka bir alan sağlıyorlar klasik müzik firmalarından ziyade. ‘Bunların hangisinin içerisinde olmak isterdin?’ diye soracak olursanız ise şu an sadece üretmek, üretmek ve üretmek istiyorum. O kısım biraz da şansa kalsın çünkü iyi işler bir şekilde yolunu buluyor.
Olsun’dan Kaş Şarkısı’na kadar olan teklileriniz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Çok beğenildi. Hatta Delirdiysem Özlediğimden’i sahnede çalma şansım da oldu birkaç kez ve şarkıyı hiç bilmeyen insanlardan bile sahnedeyken iyi geri dönüşler aldım. Bir şarkının başarısı benim kriterime göre bu zaten.
Ama en keyif aldığım anlardan biri benim gibi piyasada çalışan ve eril profillerinin ekmeğini yiyen birkaç erkek müzisyenden ‘Bu sözleri sen mi yazdın, nasıl yani?’ diye olumlu geri dönüşler almam oldu.
Bir şekilde sahnede dişi bir profil sergiliyorsanız üretim kısmında insanların sizden beklentisi düşük oluyor. Umarım bunu yıkmak için daha güzel işler yapabilirim.
Bir güncel eleştiri olan ‘Kadınım ULAN!’ teklinizin oluşum süreci nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldınız?
-Delirdiysem Özlediğimden’e kadın cinayetleri üzerinden bir klip çekmeyi istiyordum. Bir yandan da o zamana kadar sektörde çalıştığım mekanlarda başıma gelen şeyleri düşündüğümde hep bir sorunu dile getirdiğimde kadın kaprisi olarak algılanması da kafamı kurcalıyordu. Örneklemek gerekirse grup arkadaşlarınızdan birinin uyuşturucu etkisinde size kuliste küfür ve hakaret etmesini alttan almanız bekleniyor ve siz bunun önemli bir sorun olduğunu söylediğinizde kadın kaprisi denebiliyordu. Sonra iş toplantısında rakibiniz olan erkek bir müzisyenin sergilediği düşmanca tavra değindiğinizde ve o şekilde tepki verdiğinizde ‘Kadın duygusallığı bunlar yanlış anlamışsın ama sen onun erkeklik gururunu zedeledin!’ gibi daha sıralayabileceğim bir sürü durumla karşı karşıya kalıyordum. Bir de sahnede dişiliğinizi ön plana çıkarıyorsanız toplumun size bakış açısı bazen zorlayıcı olabiliyordu. Tüm bunlar birikmişken doktora derslerinde toplumsal cinsiyet ve insan hakları üzerine dersler almaya başlamıştım. Bu yüzden bunların hepsi bir araya geldiğinde Delirdiysem Özlediğimden’de de geçen “En büyük savaşlar, önce kendinden başlar.” önermemden yola çıkıp bir şeyler yapmam gerek ama bunu sanatla yapmam gerek diye düşünüp bu sözleri yazdım.
Nasıl Delirdim? de bu şarkıyla benzer bir yaklaşıma sahip. Çünkü bu bahsettiğim hem müzik sektöründeki hem toplumsal hayattaki eril normlar, paranız ve ününüz yoksa sizin için daha baskıcı bir şekilde geçerli oluyordu.
Şarkıyla ilgili en sevindiğim nokta doktora arkadaşlarım ve hayranlık duyduğum iki sene içerisinde hayatıma neredeyse yüz senelik dokunan kadın mücadelesinin de önemli akademisyenlerinden olan Nevin hocamın beğenisi oldu galiba. Bir de kendimi bulmuştum bu şarkıda, ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordum artık.
Kaş Şarkısı’nın oluşum süreci nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldınız?
-Kadınım ULAN! özgün bir altyapı üzerine yazıldığı için Kaş Şarkısı biraz ondan aldığım güç ile oldu. Bu yaz 3 ay boyunca Kaş’ta sahne aldım ve orada hem kendi yaşadıklarımdan hem de orada edindiğim dostlarımın yaşadıklarından yola çıkarak yapmak istediğim bir şey oldu. Biraz yaz aşkı temalı olsun ama derinliği olan da bir şey olsun istedim. Çünkü gerek dostluk gerek aşk ilişkilerinin yüzeysel yaşanmasından o kadar şikayetçiyim ki bu şarkıda kendim gibi duygusal insanlarla bir ortaklık kurmak istedim. Biraz da seksi duygusallıktan uzaklaştıran bakış açısına tepkimdi aynı zamanda.
Evet artık uzun vadeli ilişkiler yaşamak zorlaştı fakat kısa vadeli olan ilişkileri de saygı, sevgi ve huzuru gözeterek yaşamanın mümkün olduğuna inanıyorum. Ama şarkının esas derdi de bir yandan şu; en özel anlarını, en özel sırlarını paylaşan insanların birbirlerinden keskin bağlarla kopmasının nasıl olduğunu anlayamama durumu. Belki aşkı buluyorsun ama öyleyece yürüyüp gidiyorsun korkundan. Öyle bir zamandayız maalesef ve evet biz romantiklerin hala buna itirazı var. Bu yüzden içerisinde hem tutku, hem özlem, hem aşk, hem Sezen, hem özgür bir kadın, hem trap hem de trapin içerisinde vokalle makamsal dokunuşları da olan bir şarkı ortaya çıktı. En çok beğeni alan şarkım bu oldu galiba, daha da iyi yerlere geleceğini düşünüyorum.
Fakat şarkılarımla ilgili şunu belirtmem gerek. Bu işten para kazanmak, ünlü olmak benim için yalnız şunu ifade ediyor; iyi müzisyenlerle, daha iyi stüdyolarda çalışma imkanı, üretim aşamasının hızlanması, daha çok şarkı yayınlama şansı, klip çekebilmek, bilmediğin evlere, odalara, ruhlara dokunabilme ve en önemlisi konserlerde insanlarla birlikte kendi şarkılarımı söyleyebilmek.
Bunun temeli de samimiyetten geçiyor bence o nedenle kalbimden ne gelirse onu yazıyorum. ‘Hani bak, bu tutar, buna yapayım!’ değil. Çünkü benim için müzik şunu ifade ediyor; Ben tek ve yalnız bir çocuk olarak büyüdüm ve en karanlık günlerimde hep müzik vardı güvenli hissettiren. 29 yaşındayım, hala böyle hissediyorum. Şimdi aynı senaryonun müzik kısmına geçip ben de insanlara bir zamanlar benim hissettiğim şeyi hissettirmek istiyorum. ‘Yalnız değilsiniz; ve evet ben de bunları yaşadım, gel birlikte ağlayalım!’ ya da ‘Birlikte gülelim!’ demek istiyorum.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Öncelikle dişi. Ama bu dişiliğin altı cinsiyetçi rollerle dolu değil. Eğitimli, kendine güvenen, hem kendini hem dünyayı değiştirmeye niyetli, çabalayan, politik, daha önce de bahsettiğim gibi seksi ama romantik, akıllı, kendi değerini bilen, kendi ayakları üzerinde duran ama bazen ‘Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk!’ da diyebilen bir kadının müziği.
Bir de şarkılarımda özellikle erkeklerin şarkılarında geçtiğinde garipsenmeyen ama kadınlar söylediğinde içten içe fesatlıkların döküldüğü ögeleri kullanmayı seviyorum. Sarhoşluk, denizde sevişmek, sokaklarda öpüşmek gibi; ve tüm bunları özetlemem gerektiğinde tekrar aynı yerde duruyorum. Benim müziğim öncelikle dişi.
Kaş Şarkısı’ndan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
–Evet, iki şarkı daha geliyor. Aslında bu şarkının seri olmasını planlamıştım. Kaş Şarkısı / Yas Şarkısı / Aşk Şarkısı. Fakat yeni gelecek olan iki şarkıya daha anlamlı isimler bulduk sanırım. Hala kararsızım. Şarkı isimleri farklı bile olsa Kaş Şarkısı hala üçleme gibi düşünülebilir. Yayınlanacak iki tekliden ilki için benim tanımım meyhane trap ya da arabesk trap aslında, çünkü biraz karanlık bir şarkı oldu. Diğer şarkı ise tüm bu aşamalara gelmeden yaşanan dönem gibi düşünülebilir. Daha umutlu, daha çocuksu ama politik bir duruşu da olan bir şarkı oldu. O şarkı Ankara ile ilgili ve Ankara’nın en zor dönemlerinde darbeyi, bombaları, Gezi Hareketi’ni gören bir neslin bu karmaşada bir yandan dik durmaya çalışırken bir yandan da kendi minik dünyalarındaki o romantik hallerini anlatıyor. Aynı zamanda özellikle Ankaralıların anlayacağı politik bir duruş da var. Şarkı çıkmadığı için çok anlatmak istemiyorum. Ama yaşadıklarımızın yanında tüm bu savaş ortasında yaşayamadıklarımıza da hem umutlu hem hüzünlü bir ağıt havasında. Bu güzel ve derinlikli sorular için ve bana yer ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Çok keyif aldım.
Ben de Müge Yılmaz’a bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim. Müge’nin tüm çalışmalarını dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle