Röportajlar

Bağımsız Sahne #70: İlk teklisi “Anka”yı dinleyicilerle buluşturan Pınar Azizoğlu ile bir röportaj…

Bağımsız Sahne köşesinin yetmişinci konuğu, Opera eğitiminden gelen ve zamanla hem Opera hem de Rock müziğe olan tutkusuyla kendi şarkılarını yazmaya başlayan, bu bağlamda Rock tınılı eseri ilk teklisi “Anka”yı dinleyicilerle buluşturan Pınar Azizoğlu… Azizoğlu ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk. (Fotoğraflar : Fatih Metin Demirkol)

Öncelikle Anka’ya kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda konservatuvar eğitiminiz size müziksel anlamda neler kattı?

-Anka’ya kadar olan müzik yolculuğum erken başladı aslında. 10 yaşımda Kerem Özyeğen’e hayran kalarak gitar çalmaya başladım. Gitar öğrenmeye başladıktan bir sene sonra kendi şarkı sözlerimi yazıyor ve besteliyor hale gelmiştim. Ortaokulda da müziğe olan ilgim katlanarak devam edince beni güzel sanatlar liselerinin varlığından haberdar edip oraya yönlendirdiler. Çok şanslıyım ki ailem daima bana destek oldu bu hayalimde. 4 sene liseden önce çaldığım klasik gitar lisede yetenek sınavlarını kazanmamla birlikte 8 sene ana çalgım oldu. Ek olarak piyano dersleri yan çalgımdı ve lise boyunca ikisinin öğrenimini görmeye devam ettim. Ardından küçüklüğümden beri benimle gelen şarkı söyleme isteğim de ürettiğim şarkılar kadar ağır basınca, üniversiteyi ses ile ilgili bir bölümde okumak ve bu konuda da kendimi geliştirmeye karar verdim. Selmin Günöz ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı Şan Bölümü’ne sıkı bir şekilde hazırlandık ve yetenek sınavlarını geçip orada okumaya hak kazandım 2013’te. Okuduğum bölümün bana ve şarkılarıma olan katkısı, her zaman şarkılara hangi duyguyu nasıl vereceğimi çok çok biliyor oluşumdu. Operada çok önemli olan bir şey bu, ve aslında şarkıları söylerken de, o duyguya o ana girebilmek de şarkıyı yazmak kadar önemli bence. Buna çok dikkat etmeye çalışıyorum ve kendimden ne varsa söylerken verebilmeye gayret ediyorum, hatta elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyorum her zaman. Onun dışında sesimle nasıl oynayacağıma karar verdiğim oyun alanım çok geniş opera sayesinde. Koloratur-mezzosoprano olduğum için ses yelpazemin genişliğini gereken şarkılarda abartmadan ve gerektiği müddetçe harmanlamaya çalışıyorum aslında. Bunun yanında şarkının istediği rock vokali tekniğini de, operada kullandığım teknikle eğer istersem rahatlıkla cümle üzerindeyken değiştirerek devam ettirebiliyorum, bu kazanç tabii ki benim için. 

Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve Anka’nın oluşumu nasıl gelişti? Prodüksiyonu üstlenen Ender Akay ve düzenlemeyi üstlenen Cem Ergunoğlu ile yollarınız nasıl kesişti?

-Anka, 2013’te yurt odamda 10 dakika içerisinde çıkan ve o an toparladığım bir şarkı aslında. Sonrasında bir çok kişiyle şarkıyı kaydetmeye çalıştık ama benimle onların fikirleri aynı cephede buluşmadı bir türlü, çünkü çok net bir şekilde Rock müzik yapmak istiyordum, Anka da bu yüzden zamanını bekledi bence biraz. 2018’de yarışma vesilesiyle Harun Tekin ile tanıştım, beni Babajim’e davet edip cesaretlendirmesiyle birlikte yoluma devam etmeye karar verdim. Ardından onun mentorumuz olduğu bir yazarlık atölyesinde sevgili arkadaşım Sinem Dinçer ile tanıştık ve bütün bunlara Sinem vesile oldu. Bir reklam işi için onu arayıp sonrasında şarkı çıkarmaktan dert yanarken, beni prodüktörüm Ender Akay ile tanıştırmayı teklif etti ve Cem Ergunoğlu da o sırada Ender Akay ile birlikte çalışıyordu. O kadar inandılar ki benimle birlikte bu projeye, biz bir anda şarkıyı yapmaya başladık. İçimize sinene kadar da ince ince işledik her yanını Anka’nın ve 13 Ağustos 2021’de de sizlerle buluştu.

Anka ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Anka ile ilgili olumsuz dönüş almadım. Bence en önemlisi bu hakikaten. Dinleyen herkes tekrar tekrar dinlediklerini söylüyorlar, bulunduğumuz tüketim çağında bu çok değerli bir şey benim için. İnsanlar 2000’lerin başındaki rock müzik dinledikleri zamanı andırdığını söylüyorlar ve ben çok mutlu oluyorum. Bu ülkede o günleri çok özleyenlerden bir tanesiydim sadece ve yalnız olmadığımı bilmek mükemmel hissettiriyor. Hele o döneme ait duyulduğunun söylenmesi benim için çok gurur verici. Bunun haricinde Dropkick Murphys gibi müthiş bir grubun desteği hissettim üzerimde, onun heyecanı var hala bende. Turnelerinin arasında bana destek ve güç verdiler, ardından şarkı çıktı ve yine turne arasında beni dinleyip çok beğendiklerini söyledikleri mesajlar aldım. Gerçekten şu an bu olanların spoiler’ını yemek istemezdim. İyi ki olacakları önceden bilmiyoruz! (gülüyor)

Ayrıca vokal koçluğu da yapıyorsunuz. Bu alanda da çalışmaya nasıl karar verdiniz biz sadece vokal koçluğu yapmak size bu konudaki bireyleri eğitirken müziksel anlamda neler katıyor?

-Vokal koçluğu konusu aslında çok zaman sonrası için düşündüğüm bir şeydi. 2 sene operaya hazırlık ve 6 senelik Mimar Sinan opera şan eğitimimle birlikte, 8 senelik ses eğitimime rağmen kendimi buna hazır hissetmiyordum. Fakat tiyatro bölümünde okuyan arkadaşlarımın oyunlardaki parçaları için beni aramaları ve çalışmak istemeleriyle başlayarak cesaret buldum ve çok da keyif alıyorum bundan şu an. Onlara öğretirken ben de bilgilerimi sıcak tutmuş oluyorum ve ben de bir çok yeni şey öğreniyorum aslında. Zaten bir kişiyi operaya hazırlamak yerine tam olarak böyle bir eğitim vermeyi tercih ediyordum ve bu fırsat çok çok erken ayağıma gelmiş oldu benim. Operaya bir genç arkadaşımı hazırlayıp ne ona ülkedeki opera ile ilgili yalan söylemek isterim, ne de bir vebal üstlenmek isterim çünkü. Bu yüzden bu vokal koçluğundan çok keyif alıyor ve hala öğreten ve öğrenci hisseden biri olduğum için, bu bana daima hayatta öğrenci olarak kalabilmeyi sağladığı için çok çok şanslıyım. 

Bununla birlikte müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?

-Müziği bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmak başta benim tercihim değildi, ama olaylar böyle gelişti ve bundan da gayet memnunum. Başta biraz yalnız hissediyor olabilir insan, çünkü bir destekleyici menajer veya şirket olmadan tek başına PR, basın bülteni, sosyal medyayı şarkı çıkışına uygun kullanmaya gayret etmek gibi bir çok şey ile bizzat uğraşıyorsunuz. Ama şu an her şeye hakimim ve şu hayatta halledemeyeceğim bir şey yokmuş gibi hissediyorum açıkçası. Çok kısa sürede çok şey öğrendim ve uyguladım, sanırım bu gücü kendinde hissedince insan, böyle devam etmekte de sakınca görmüyorsun, en azından şimdilik bu böyle. Yani evet gerçekten çok özgür bir alana sahibim. Şu an stilimden tutun şarkıyı çıkarmak adına seçeceğim tarihe kadar her şeyin kararını ben veriyorum ve her biri benim oyun alanımın bir parçası. Hepsiyle ilgilenmek bazen yorucu olabilir ama hiç değilse ne yaptığımı bildiğim ve bunu ben yaptığım için, hata olsa da olmasa da, karar bana ait olduğu için, daha rahat uyuyabiliyorum diyebilirim, içim daha rahat çünkü.

Tasarım: Mustafa Özbakır

Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?

-Müziğimi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmak henüz yolun başındaki bir sanatçı için çok zor, bunu her gün görüyor ve gözlemliyorum. Çünkü listelere giremiyorsunuz bir şirketiniz yahut sizin listelere girmenizi sağlayan bir menajeriniz yoksa. Ama sorun yok, inadım var, ve cebimde de 80’den fazla şarkı daha! (gülüyor) Bu yüzden illa ki bir yerden sonra fark edileceğini biliyorum şarkılarımın insanlar tarafından, bununla ilgili kaygılarım yok. Bunlar tabii eksileri bu işin. Artıları ise tamamen ne yapıyorsanız kendinizin kazanıyor olması. Kimsenin sizin üzerinizden pay almadan veya bir şey vaat etmemesine rağmen şarkılarınızdan yüzde talep etmeden, ne varsa emeğinizi sizin bizzat kazanıyor olduğunuz bir süreci yöneten tek kişi oluyorsunuz. Liste durumları da bu yüzden böyle biraz, anlayışla ve sabırla karşılıyorum pek tabii. Ancak yolun bu kadar başında Sinem Vural’ın desteğini unutmayacağımı söyleyebilirim. Çünkü her hafta ne kadar yoğun müzik girişi yapıldığını biliyorum ülkede. Ben daha bu kadar işin başındayken köşesinde yazdığı sanatçılardan biri olarak beni seçtiği için ve Yerli Radar listesine Anka’yı eklediği için bu vesileyle ona da tekrar teşekkür etmiş olayım hatta.

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

-Kendimi bildim bileli bu ülkede Rock müzik yapmak istiyorum. Belli tanımlamalara da sıkıştıramayacağım kadar değerli aslında yapmak istediğim müzik. Bu yüzden kalıplara sığdırmak ya da tanımlamak gibi şeyler peşinde değilim. Ama beni ve müziğimi dinledikleri zaman, insanların kaliteli müzik yapmaya çalıştığımı, ve bunun için çok çabaladığımı göreceklerinin garantisini onlara daima veriyor olacağımı bilmelerini isterim.

Anka’dan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?

-Anka’dan sonra planladığım bir tekli çalışmam daha var. İsmi “Hiç”. Rock müzik yapıp ismi “Hiç” olan bir parçanın doğru kişiye yazılması ve doğru kişiye “Hiç” demek gerekiyordu bence. Birine “Hiç” diyorsam bu bizim çok uzun yıllardır nefes alamamamızı sağlayan biriyle ve durumlarla ilgili olmalıydı. Öyle de oldu. Daha fazla da konuşmayayım, dinleyince anlayıp aynı şeyleri hissedeceğimizden çok eminim zaten. Eylül sonu ya da Ekim’de dinliyor olacaksınız. Siz “Hiç”i dinlerken ben 2022’de çıkarmayı planladığım, Anka ve Hiç’in de dahil olduğu 11 şarkılık bir Rock albümüne kapanmış olacağım. Birkaç plan daha var kafamda henüz tarih veremediğim, bazı bağlantılara da sahip olduğum için yurtdışı ile alakalı. Bunlarla birlikte albüm çıkışından sonra hızla konser vermeye başlayacağız. Oralarda mutlaka görüşelim! (gülüyor)

Pınar Azizoğlu’na bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Anka”yı tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.