Deniz Perhan ismini çoğu dinleyici Ayrık Otu grubuyla duydu ve Perhan, geçen yılın son günlerinde ilk teklisi Mommy’s Cardie ile dinleyicilerle solo olarak buluştu. Ardından Funeral In The Village teklisini yayınlayan Perhan, bu sefer ilk albümü olan The Small Town’ı bağımsız bir kollektif olan İnorganik Müzik etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. Halen İzmir’de çalışmalarını sürdüren Perhan ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, albümünü ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle Mommy’s Cardie teklinize kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda Ayrık Otu grubunun kuruluş süreci nasıl gelişti?
-Kendimi müzik adına var edebildiğim her alanda bulunmaya çalıştım. Üniversitenin ilk yıllarında tiyatro topluluklarında oyun müzikleri yaptım. Arkadaşlarımın kısa filmleri için film müzikleri yaptım. İlk beste denemelerim bu yıllarda başladı. Farklı grup deneyimlerim oldu. Bazen tek başıma bazen gruplarla beraber sokak müziği yaptım. Bunların başında, bende en çok yer edinen Ayrık Otu geliyor tabi. Ayrık Otu, ismi gibi, hiç hesapta yokken birden ortaya çıktı. Bana bir çok şehri görme ve burada bir çok farklı sahneye çıkma imkanını sağladı. Ancak bunların dışında Ayrık Otu’nun bana kazandırdığı tecrübenin yanında hayatıma kattığı dostları hiçbir şeye değişemem sanıyorum. Ne yazık ki şu an Ayrık Otu müzik yaşantısına devam etmiyor. Umarım bir gün yine denk gelir ve yeniden beraber müzik yapmaya başlayabiliriz.
Mommy’s Cardie ve Funeral In The Village teklilerinizle ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Ayrık Otu’nun dağılmasından sonra, solo çalışmalar yapmaya başladım. Mommy’s Cardie, yayınladığım ilk çalışma oldu. Ancak şarkıyı yaparken yayınlama ve haliyle bunu paylaşma düşüncesinden oldukça uzaktım. Şarkıyı bitirdikten sonra arkadaşlarımdan görüş almak için onlara gönderdim. Duymayı ummadığım kadar güzel şeyler söylediler, çünkü ben hala eksik kalan bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Daha iyi besteler yaptığımda geçmişe dönüp pişman olacağım, ders alacağım çalışmalarımın olmasını istediğim için Mommy’s Cardie’yi Aralık 2018’de yayınladım. Şimdi aradan 1 yıl geçmiş olmasına rağmen o büyük pişmanlığı henüz yaşayamadım. Belki hala o “daha iyi” besteleri henüz yapamadım. Belki de hiçbir zaman yapamayacağım. Funeral In The Village ise Mommy’s Cardie’den daha önce yaptığım bir çalışmaydı. Yalnız bu şarkı taslak halinde duruyordu. Santur için şarkıyı yeniden düzenlemem gerekiyordu. Şarkının aranje ve kaydını tamamladıktan sonra bu şarkıyı da Şubat 2019’da yayınladım.
Bir albüm yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve The Small Town’un oluşum süreci nasıl gelişti? İnorganik Müzik ile yollarınız nasıl kesişti?
-Yayınladığım 2 tekliden sonra, arkadaşlarım ve müziğimin ulaştığı kişiler yaptığım müzik ile bir atmosfer yarattığımı ancak bunun 2 şarkıyla çok kısa sürdüğünü söylediler. Bu sebeple onlara birazcık daha uzun bir dinleti sunmayı istedim. 7 şarkıyla, küçük bir şehirden ayrılan ve yaşadıklarından sonra yeniden o şehre geri dönen birisinin hikayesini anlatmaya çalıştım. Sanırım Kavafis’in Şehir şiiri, benim için bu albümün çıkış noktası olmuştur. İnorganik Müzik, evvelden var olan ancak adı konmamış bir oluşumdu. Müzikle uğraşınca da beraber bir şeyler üretmiyor olsanız bile sosyal çevreniz yine sizin gibi müzisyenlerden oluşuyor. İnorganik Müzik’in başını çeken isimlerden birsi de Yiğit Seferoğlu. Yiğit ile Eskişehir yıllarımdan tanışıyoruz. Yukarıda da bahsettiğim, benim şarkılarımı yayınlamam konusunda heyecanlandıran isimlerden birisi de kendisi olmuştur.
The Small Town ile ilgili o dönem nasıl geri dönüşler aldınız?
-Aslında albüm yayınlanalı çok uzun bir süre olmadı, hala geri dönüşler almaya devam ediyorum. Bunlar da yeni şarkılar yapma yolunda motivasyonumu oldukça yükseltiyor. Benim anlattığım hikayelerde, kendi yaşamlarından bir parça bulan ve beni müzik yapmam konusunda destekleyen herkese bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Bununla birlikte bağımsız bir müzik kolektifiyle çalışıyorsunuz. Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?
–Elbette. Şarkılarımı para kazanmak veya birilerine kazandırmak gayesi ile yapmıyorum en başta. Zaten yaptığım şarkılar ile popüler müzik piyasası içerisinde yer edinebileceğimi ve bu şekilde para kazanamayacağımı biliyorum. Tek bir motivasyonum var o da üretmek. Ve dilediğim zaman bu şarkıları yayınlayıp dinleyici ile buluşturabiliyorum. İnorganik Müzik, yarattığı bu özgür alanla beraber benim gibi bağımsız müzisyenlerin sesini bir tık daha fazla duyurmasına olanak sağlıyor. Bu durumda müziği suya atılan taşa ve her bir müzisyeni o taşın yarattığı dalgalara benzetebiliriz.
Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?
-Aslında bir önceki sorunuz ile bu sorunun cevabını veriyorsunuz. Özgür olmak.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Santurdan dolayı müziğim doğu geleneksel müziğine yakın bulunabilir. Ancak ben böyle olduğunu düşünmüyorum. Minimal tarzda, acelesi olmayan insanlar için acelesi olmayan şarkılar yaptığımı düşünüyorum.
Albümde aynı zamanda Sovyet marşı The Red Army Is The Strongest’i School Years olarak düzenlediniz. Eseri yeniden düzenleme fikri nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldı?
-Albüm benim için bir hikaye anlatıyor demiştim. Okul yılları da pek çoğumuz için, dünyaya ve onun değiştirilebilir olduğuna dair büyük heyecanları barındıran bir dönem. The Red Army is The Strongest yalnızca bir Sovyet marşı değil, pek çok dünya dilinde söylenen enternasyonel bir marş. Bu marşı dinlemekten, söylemekten bugün de büyük heyecan duyuyorum. Bu sebeple “Bu marşı bir de santurumla çalsam nasıl olur?” diye düşünerek albüme eklemeye karar verdim.
Son dönemde santur hiç olmadığı kadar bilinen bir enstrüman olmaya başladı; sizce bu nasıl gelişti ve nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Santur oldukça eski ve kadim bir çalgı. Ancak yapısı gereği, yani kromatik olmayışından ötürü varlığı bizim topraklarımızda unutulmuştu. Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası : Köprüyü Geçmek filmi ve burada yer alan Siya Siyabend ile yeniden hatırlanır oldu ve sokak müziğinin akla gelen ilk enstrümanlarından biri haline geldi. Santurun yaygınlaşması elbette güzel bir şey. Bu, enstrümanın icrası ile uğraşan ve onlardan bir şeyler öğrenebileceğiniz yeni rakiplerinizin olması anlamına geliyor. Elbette bir yarışın içerisinde değiliz. Bu durumu kendinizi geliştirmek için bir fırsat olarak görmek sanırım en iyisi olacaktır. Ancak yakındığım bir konu var. Kromatik olmadığı için kısır bir çalgı gibi görünse de piyano gibi hem akorları hem de melodiyi beraber çalabileceğiniz bir enstürman santur. Bizim ülkemizde ise birbirine benzeyen, aynı müziği yapan yalnızca adı farklı olan, santuru merkezine almış çok fazla grup var. Bu tek düzelikten çıkılması gerektiğine inanıyorum. Eğer bu söylediklerimi okuyan olursa, İran’dan Ardavan Kamkar’ı, Türkiye’den ise Sedat Anar’ı dinlemelerini ve bu çalım tarzını, santura olan yaklaşımlarını değiştirmelerini önerebilirim. Bense iyi bir örnek olmayabilirim. Yalnızca bahsettiğim tek düzelikten uzak durmaya çaba sarf ediyorum. Beraber öğrenmeye devam edebiliriz. Gidilecek çok yolumuz var.
The Small Town’dan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Evet. Hatta birkaç gün önce yayın tarihi kesinleşen, 2 şarkılık bir EP çalışmam var. Benim için oldukça özel bir çalışma. Çünkü anlatıcı ve vokal, babaannem Gülbahar Kıtay. Bu çalışmada Süpürgesi Yoncadan adlı türküyü söyledi babaannem, bense onun vokal kayıtlarının üzerine müziklerini yaptım. Diğer şarkı ise “Gülbahar”. 82 yıllık yaşamından anlatılar sunduğu bir ses kaydının üzerine, bu anlatıyı güçlendirebilmek için yeni bir beste yaptım. Adı henüz konmamış şarkılar yapmaya da devam ediyorum. Bunları ne zaman paylaşabilirim bilmiyorum ama 3 Ocak’ta Gülbahar ile yeniden beni dinleyen dostlarım ile buluşabilmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Deniz Perhan’a bu güzel röportaj için teşekkür ederim. The Small Town’ı tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle