Koşuyolu’nun 8 yılı deviren başarılı özel tiyatrolarından biri olan Sıla Erkan’ın Apartman Sahne’sinin en sevilen oyunlarından olan ve 2 yılı, 4 ödülü geride bırakan; Erkan’ın yazıp yönettiği Durum-Mekân-Zaman üçlemesinin son oyunu “Eşyalı Kiralık” Aralık ayıyla birlikte iki defa daha oynanarak izleyicilere veda ediyor. Eşyalı Kiralık oyunu hakkında, oyunun ekibiyle Bi’Kuble için, oyunun oluşum sürecini, alınan geri dönüşleri ve gelecek çalışmaları konuştuk.
Öncelikle Eşyalı Kiralık’ın yazılış süreci nasıl gelişti?
Sıla Erkan: Aslında bir üçlemenin üçüncü versiyonunu izliyor seyircimiz. İlki “Çekil! İtme Beni” Bu oyunu bu sezon oynamadık ama devam edecek. Bir mola verdik. İkincisi “Tebdil-i Mekan”ı geçtiğimiz aylarda sahnelemeye başladık. Tebdil-i Mekan aslında oyun aslında anlatım bakımından iki oyunun ortasında bir konumda olduğu için en son onu sahneledik. Üçüncüsü aslında Eşyalı Kiralık. Bu üçlemede hep beş kişilik, beş oyunculuk, beş karakterlik yapılar yapıyoruz. Hayat yolunda yollarını biraz şaşırmış, oyun düzeni içinde de “Aslında belki de yolun kendisidir” manifestosu ile diyeyim bir yere varılmayacak bu hayat denen şey! O nedenle biraz yollarını şaşırmış insanları birbirleriyle karşılaştırıyorum. Eşyalı Kiralık’ta ağırlıklı olarak ikili sahneler var, birbirleriyle ilişki kuruyorlar. Üçlemenin ilki “Çekil! İtme Beni” de aslında karakterlerin durumlarını değiştiriyordum ben. Beş kişilikti ilk sahne, ikinci sahne dört kişilik, üçüncü bölüm de üç kişilik. Öyle gidiyor yani durumlar değişiyor. Beş kişiyken neyiz dört kişiyken neyiz, üç kişiyken neyiz gibi. Eşyalı Kiralık’ta zaman değişiyor. Değişen şey zaman. Evet, bir yılbaşı miladı var. Biraz gerisine gidiyoruz, biraz ilerisine gidiyoruz, sonra tekrar yılbaşında bitiriyoruz gibi. Tebdil-i Mekan adlı ikinci oyunda mekan değişimi var. Eşyalı Kiralık’ta zamanla oynadığım için bir zaman seçmek istedim. 90’lı yılların teenage o gençliği ve birbirleriyle meseleleri daha ilgimi çekti diyalog yazarken. Yazdığım diyaloglar onlara benzedi daha doğrusu. Ben çocuktum ama gençleri görüyordum. Kuzenlerim vs. Onların ağzıyla yazıyormuşum gibi geldi. Çocuksun, özeniyorsun tabii. Öyle olunca dedim ki bunun bir dokusu olmalı zamansal açıdan, 90’lara çok yakışacağını düşündüm. Bir de hep birbirleriyle arkadaşlık ilişkileri olan insanların 90’lara daha yakıştığını iddia ettim, düşündüm ve dedim ki orada geçsin yani doku olarak. Çekil İtme Beni’deki beş karakterin -oyun karşı gerçekçi bir oyun olduğu için- isimleri yok işte A1, A2, A3, A4, A5 demiştim. Yani orası zamansız ve mekansız bir uzamda geçtiğinden dolayı Eşyalı Kiralık’ta ise kendimle bir alıştırma yaparak o beş karakteri hayatın içinde bir yere koymayı denedim. O karakter-lerin derdi nedir, ne yapar, ne yapamaz, bu hayattaki amacı nedir, ne olsun ister, neden nefret eder gibi böyle bir yapı çıktı ortaya. Tebdil-i Mekan da bunun bambaşka bir versiyonu aslında. Oyun, Peren Uçar’ın oynadığı Azra karakterinin çevresinde geçiyor. Onun yaşadığı ters dubleks bir ev var ve Azra’nın büyüme hikayesinde diğer karakterler birbirine çarpıyor.
Bu üçlemede yer ortak olarak yer alan kimler var?
Sıla Erkan: Eşyalı Kiralık’tan Peren Uçar, Çekil! İtme Beni’nin yönetmen asistanı aynı zamanda. Çağlar Çeliköz sadece Tebdil-i Mekan’da oynamıyor. Sarper Özcan Çekil İtme Beni’de oynamıyor ancak Tebdil-i Mekan’da dış ses olarak yer alıyor. Şu an burada değil ama Hatice Düştegör var mesela. O, Eşyalı Kiralık’ın yönetmen yardımcısı ve Tebdil-i Mekan’ın oyuncu kadrosunda. Yine Eşyalı Kiralık’ta ışıkları üstlenen Murat Başçı da Tebdil-i Mekan’da oynuyor. Ortak olarak tek ben varım aslında! (gülüyor) Hepsini yazıyor ve yönetiyorum. Çekil! İtme Beni’de oynamıyorum. Böyle karmaşık bir durum! (Gülüyor)
Bu noktada Azra karakterini oynayan Peren Uçar’a dönmek istiyorum. Siz aynı zamanda Apartman Sahne’de başka çalışmalarda da yer alıyorsunuz. Apartman Sahne ile yollarınız nasıl kesişti?
Peren Uçar: Apartman Sahne’yi ben Doğaçlama Tiyatro Eğitimi ilanıyla Instagram’da gördüm. Doğaçlama tiyatro eğitimi ilanını gördüm. Zaten bir tiyatro eğitimi alma, tiyatro sahnesine bağlanma arayışındaydım. 3 sene öncesiydi. Daha sonra doğaçlama eğitimine başladım burada ve Apartman Sahne’nin aslında gerçekten üreten, yaratan bir eğitim yuvası olduğunu (gülüyor), belki çok klasik bir şey olacak ama öyle olduğunu gördüm ve “Atölye bitti sizi saldık çayıra!” gibi bir şey de olmadı. Artık buraya bağlanıyorsun, buranın bir oyuncusu oluyorsun, apartman sakini oluyorsun. Bu şekilde aslında benim yolum Azra ile kesişti.
Sıla Erkan: Kat malikleri! (Gülüşmeler)
Peren Uçar: Biz Çat Kapı Doğaçlama ekibi olarak mezun olduk. Oyunlarımıza devam ediyoruz. Bu süreçte ben Çekil! İtme Beni’nin asistanı oldum. Daha sonra da sahne üstünde ilk metinli oyunum Azra rolü oldu.
Azra rolüne hazırlanırken nasıl gözlemler yaptınız? Ya da en azından bu karakterin baktığımızda çok mesela Böyle şeyler de böyle. Daha doğrusu Amerikan filmlerinde hep böyle gördüğümüz ailesinin göz bebeği olan fakat o kozanın içinden çıkamayan o insan. Bunu gözlemleriniz oldu mu? Yoksa sezgileriniz de mi bu oyunu besliyor?
Peren Uçar: Azra, büyümek istiyor. Hayat ona çarpsın istiyor ama bir şekilde bazen evden bile çıkamıyor. Yani bir sıkışmışlık var aslında. Hani kozanın içinde büyünür ama o koza da bir kafestir. Birazcık Azra öyle bir yerde gibi düşündüm. Bunun dışında dediğim gibi benim ilk oynadığım metinli tiyatro oyunuydu bu. Daha önce de bir temel oyunculuk eğitimim yoktu. Doğaçlama Sahne eğitimleri almıştım işte Sıla hocayla, diğer oyuncu arkadaşlarımla, ekipteki herkesle oyunculuğu aslında öğrendim ki hala daha öğreniyorum. Bu süreçte tabii ki okumalar yaptım işte. Aslında Azra’dan ziyade “Bir role nasıl hazırlanılır?”ı öğrenmem gerekiyordu. Bununla birlikte işte ben de büyüdüm aslında benim büyümem de sanırım Azra’yı büyüttü gibi diyebilirim.
Bu arada ilk önemli oyunculuğunuz, üç ödüle evrildi. Bu nasıl bir duygu oldu sizin için? Bu ödülleri kazandığınızı nasıl öğrendiniz?
Peren Uçar: Ben aslında doktorluk yapıyorum. Üsküdar Devlet Hastanesi’nde Pratisyen Hekim olarak görev yapıyorum. Ben bunu öğrendiğimde hasta bakıyordum. İki hasta arasında o zamanki oyun arkadaşımız Emrah rolünü oynayan Emrah Deniz beni arayıp ödül aldığımı söyledi! Ben dalga geçiyor zannettim! (gülüyor)
Sıla Erkan: İki hasta bir heves, tiyatro işte! (Tüm ekip bir arada gülüyor.)
Peren Uçar: Sonra baktım gönderdiği linke, gerçekten de ödül almışım. Bir saniye dedim hastaya! (gülüyor) Şaka yapıyorum da gerçekten baktım hastaya tabii ancak bir yandan da hastaların şikayetlerini dinlemek zorundayım ve bir sonraki hastaya iki dakika durun da diyemiyorum.
Sıla Erkan: Reflünün sırası değil şu an! (Gülüyor)
Peren Uçar: Bir yandan da çok seviniyorum. Ağlıyorum ama mutluluktan ağlıyorum. Hastalar kötü bir şey var sanıyor! (Tüm ekip bir arada gülüyor.) Diyorum ki “Sizinle hiç ilgili değil!” (Gülüyor) Böyle öğrendim. Sonra aradım sevdiklerimi herkese kutladık. Yani güzel oldu. Benim de ilk ödülüm tabii!
Tam da bu noktada Ergin karakterine, Sarper Özcan’a dönmek isterim. Oyun, Azra ve Ergin’in diyalogları ile açılıyor. Sizin oyunculuk kariyeriniz ve Apartman Sahne ile yollarınızın kesişmesi nasıl gelişti?
Sarper Özcan: 2012’den itibaren Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’nda hem üç sene eğitim aldım hem de Şahika Tekand’ın bir oyununda yer aldım. Sonra bir ara verdim. Sıla Erkan ile de Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’ndan tanışıyoruz. Sonra Apartman Sahne’de bir fiziksel tiyatro atölyesine geldim. Sonra Sıla bana bu oyunun teklifinde bulundu. Baktım, ben de zevkle kabul ettim tabii ki. Böylece Apartman Sahne’nin bir parçası oldum.
Peki Ergin’i nasıl bir karakter olarak tanımlarsınız baktığınızda? Çünkü aynı zamanda Azra’ya bir şeyler yazması konusunda ders veriyor. Aynı zamanda Ilgar’ın ağabeyi olduğunu ondan saklıyor. Bu da ayrı bir çelişki aynı zamanda. Çünkü onu bir yandan da koruma içgüdüsü de var aslında. Yani siz nasıl bakıyorsunuz?
Sıla Erkan: Leon! (gülüyor)
Sarper Özcan: Yani sekiz sene boyunca Ergin babasının ölümünden beri kazadan beri kendini suçladığı için bir şekilde kendini kapatmış ve kendi içinde flanör, bir flanör Ergin. Geziyor, sürekli yürüyor falan. Çok fazla gerçek bağlar kurmayı becerememiş bu süreçte. Sekiz sene sonra kardeşi Ilgar’ın birazcık ittirmesiyle, ki Ilgar da bakma öyle görünmüyor ama istiyor aslında abisinin biraz açılmasını ve bu eve sokuyor bir şekilde onu… Ergin’in aslında manipüle olabilen biri olduğunu anlıyoruz.
Sıla Erkan: Hikayelere ve karakterlere geçmişler yazmıştım. Bunlar tabii oyunda olan şeyler değil ama biz oyuncular olarak biliyoruz. Bu temel üzerinden oyunun başladığı andan itibaren oynuyoruz.
Sarper Özcan: Dolayısıyla Azra ile kurduğu bağ Ergin için çok değerli oluyor. Onun yanında tekrar yaşadığını, o ilişkide tekrar hayatta olduğunu hissediyor. Bunu biliyor. Zaten Azra ile konuşmalarında Azra da ona bir türlü harekete geçemediğini yazması gerektiğini söylüyor. Ergin’in de en “kor” özelliği aslında eylemsiz kalmış olması. Bu hayatta çoğumuz gibi yani modern insanın bir şekilde özeti gibi bir şey yani bir anlamda. Bence o eylemsizlik anlamında benim de çok kendimce kaldığım bir şey yani. Azra ile tanışana kadar bence tabii annesi hariç bu arada insanlara da bir kayıtsızlığı var elbette. Yani kendi yakınları, çok yakınları hariç herkese bir kayıtsızlığı var ancak Azra ile ilişkisinde anca anca açılabiliyor diye düşünüyorum.
Sıla Erkan: Yani hayatta biraz içine girmeden, dokunarak sadece maruz kaldığında mecbur insanlarla da o güçlü bağları kuramaz hale gelebiliyor diye düşünmüştüm ben de. Azra ile tanışıyor olması, iyi anlaşıyor olmaları… En azından bir tema var bir obje yazmak. Yazma üzerine yani bu ders de onları elbette ki açıyor ve ardından da olaylar birbirine bağlanıyor. Yelda, Ilgar ve Emrah’a da 1-2 sene içinde habire maruz kalması onu yaşamaya, kendi çözümlerini bulmaya mecbur hale getiriyor. Onun çelişkisi biraz da pratik hayata dair ve anne-babasını kaybetmiş evet ama anlıyoruz ki sürekli annemi görmem lazım diyor. Annesinin oğlu diye tabir edebileceğimiz bir karakterin babasını yitirmesi de bir çelişki esasen. Yani bunun da arasında kalmak… Yani “Babamın oğlu muyum, annemin oğlu muyum? Baba gitti annem öyle, anneciyim ama babam benim yüzümden mi gitti?” derken Ilgar onu bilhassa yılbaşı sahnesinde biraz sarsıyor aslında.
Bu noktada Sıla Erkan’ın oynadığı Yelda karakterine dönelim isterim. Onun da anne-baba mevzusu yer yer öne çıkıyor. Aslında bu rolü yazarken kendinizi de bu rol için düşünmüş müydünüz?
Sıla Erkan: Aslında Yelda karakterini ilk oyunlarda ben oynamadım ve yola çıkışım da Yelda’yı yazarak olmadı. İlk Azra’yı yazarak oldu. Sonra onun yanına ne yakışır ona bir çelişki kuralım dedik, Yelda. Yani benim içimde Ergin var, Emrah var, Ilgar yüzde yüz var, Azra var, Yelda var. O yüzden bu oyun özelinde öyle diyemeyeceğim. Ama hani şöyle bir yapıda olsaydı ve 5 kişilik ve hani şu anda ne diyeyim ağırlığı biraz eşit bu 5 kişinin. Çünkü herkesin hikayesi seyircinin gözleri önünde başlayıp bitiyor gibi bir şey. Yani biz bir kesit izliyoruz aslında Yelda için de bir kesit, yani hayatının şurasında gidiyoruz, burasından çıkıyoruz. Aynı şekilde Ergin için de, Ilgar için de, Azra için de, Emrah için de geçerli. O yüzden -gerçi başka kadın rol yok ama!- (gülüyor) Mesela Emrah’ı ben oynasaydım o da yine oyuncu olarak kendi içinden kendi şahsi tarihime çıktığım bir şey olacaktı. Ama tüm karakterler için dengeli bir şekilde dağıldığını söyleyebilirim yazarken.
Peki siz Yelda karakterini yazan değil de oynayan bir oyuncu olarak baktığınızda Yelda’yı nasıl tanımlarsınız?
Sıla Erkan: Yelda’nın daha çok hırçınlığı var. Yani biraz pratik biri. Durmayı, beklemeyi, içine dönmeyi bilememiş. Ilgar’a benzetiyorum onu. Haydi haydi bir şey olacaksa olsun yani. Hatta içine biraz döndüğünde muhtemelen o travmayla hani ayağı takılıyor düşüyor diye hayal ettik duş sahnesinde. Aslında içinde bambaşka bir kadın olduğunu, içine dönemeden dışa, dışa, dışa, içsel dışa sürekli bir şey saçması zamanı da biraz farklı algılatıyor bence insana ve dolayısıyla ve pratik olayım, hızlı olayım, bilmem ne olayım derken o kadar zaman hır gür içinde ve biraz da toksik ve boş geçiyor aslında. Biraz o yönüyle yaklaştım. Ben de Koç burcuyum. Belki biraz hızlıydım ben de, benziyorumdur illa ki. (Gülüyor) Ama şey yani onun da yanlışlığı burada. Örnekse dedim ki hani yanlış olanı gösterelim, bir şeyler yapsın ve biraz ah be kızım dedirsin dedim.
Şimdi ise Ilgar karakterine Soner Cuğer’e dönüyorum. Sizin oyunculuk kariyeriniz ve Apartman Sahne ile yollarınızın kesişmesi nasıl gelişti?
Soner Cuğer: Ben de Sıla, Çağlar ve Sarper gibi Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’ndan geliyorum. Sıla ile sınıf arkadaşıydık. Çağlar ve Sarper ile de orada eğitim almalarına rağmen burada tanıştık.
Sıla Erkan: Sarper bizden bir sene önceydi, Çağlar da birkaç sene sonraydı.
Ilgar, oyunun en ayrıksı karakterlerinden biri aslında baktığımızda. Hem pek çok kötü olayın içinde hem de kendi seyirci deneyimime baktığımda hiçbirimizin antipatisini kazanmayan bir karakter burada ve metnin de burada gücü var. Siz bu anlamda Ilgar’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Soner Cuğer: Eve Düşen Yıldırım! (Tüm ekip bir arada gülüyor.) Ilgar aslında baktığımızda bence ki Sıla ile bunu konuştuğumuzda ortak ulaştığımız bir noktaydı, o da öyle düşünerek yazmış. Bu hırçınlığının sert tavırlarının… kirpi gibi düşünebiliriz belki o okları eğer kaldırmaz ise o okları olmazsa çok savunmasız ve aciz kalacağını düşündüğü için, o yüzden etrafa sürekli saldıran, hırçınlaşan ve kendini böyle korumayı öğrenmiş olan bir çocuk yani diyebilirim bence normalde içinde çok fazlaca duygusal olan… Yani hocasıyla sadece yatmıyor. Hocasına körkütük aşık olan bir adam aslında.
Sıla Erkan: Doğduğu gün büyümüş aslında, yani sevdiği, aşık olduğu kadın bile ondan büyük.
Soner Cuğer: Mesela annesini görmemesinin sebebi annesinin bu durumda olmasını umursamıyor oluşu değil, onu görmeye asla katlanamayacak olması. Yani duygusal olarak abisi belki bir yerleri kapatıp annesine bakmaya devam edebiliyor ama Ilgar bunu yapabilecek güçte bir adam değil. Gidip annesini o pozisyonda görürse darmadağın olup yok olabilir gibi bir karakter.
Sıla Erkan: Ilgar, dört nala koşan at demek. Ben biraz “Kız olursa çocuğumuzun ismini ne koyalım, oğlan olursa ne koyalım!” gibi yerlerden de baktım! (Gülüyor) Azra bakire kız demek. Yelda ve Ergin… Ben bunu yazarken annemin bir hastane süreci vardı. Yelda annemin doktorlarından birinin ismiydi. Çok hoşuma gitti. Bir de geçmişte tanıdığım biri vardı. Hoşuma giderdi Yelda ismi. Karaktere de yakışır gibi geldi; Yelda, yelloz! (Gülüyor) Ergin de annemin hasta bakıcılarından biriydi. Rüya ile ikimiz ondan etkilenmiştik. Olgun, ağırbaşlı ve sakin. Karakterlerden birinin adının Ergin olmasını istedik. Emrah ismi de okul dönemimden bir yakın arkadaşımdı. Hatta birkaç tane Emrah isimli arkadaşım vardı. Hatta Emrah, “Merhaba, ben Emrah!” diyordu. Biz onu sonra o Emrah arkadaşlarımdan birinin soyadını ekleyerek değiştirdik: Merhaba, ben Emrah İlerisoy!” oldu.
Son olarak Emrah karakterini oynayan Çağlar Çeliköz’e dönmek isterim. Oyunun en nazik karakterlerinden biri. Arkadaşlarını düşünen biri. Bir yandan da hırslanan bir karakter. Sizin oyunculuk kariyeriniz ve Apartman Sahne ile yollarınızın kesişmesi nasıl gelişti?
Çağlar Çeliköz: Ben de Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’ndan mezunum. Sıla ile oradan tanışıyoruz. Rolü benden önce Emrah Deniz oynuyordu. Şimdi ben oynuyorum. Emrah bana Azra’nın büyümüş bir hala ergenliği koruyan versiyonu gibi geliyor. Yani sadece dertleri biraz değişmiş. O biraz daha kendini geliştirmek için burada artık üniversiteden mezun oluyorum, iyi bir iş, iyi bir eş, güçlü bir eş gibi bir hayat kurma mücadelesiyle alakalı ve kendi içimden bunu kurarken hep aslında isyanının, anne ve babasının o yetiştirdiği el bebek gül bebeklikten hırçınlığa doğru kayma çatışması gibi hissediyorum. Çünkü aşık olduğu ve evlenmek istediği Yelda karakteri keza güçlü, hırçın ve eğri karakter. En yakın arkadaşı Ilgar keza öyle. Hep bir arka tarafta bir patavatsızlık bir dik olma var. Ama arka tarafta hep bir plan dönüyor falan. O yüzden o yılları düşününce büyümüş bir ama hala ergenliği tamamlayamamış bir karakter aslında. Hayatını gene kendisi kurması gereken ama yine de her şeyi bir noktada hazır olan bir karakter. Çünkü o dönem 90’lar dönemi. Anne babası Viyana’ya gidebilen tatilde kaç kişi var ki? Hani büyük ihtimal gerçek hayatta olsaydı bir dişçi çocuğuydu veya bir holding sahibi değildi büyük ihtimalle o zaman holdingine giderdi. Mimar olmazdı ama diş hekimi olabilirdi. O tarz kalburüstü, o dönemin kalburüstü mesleğinde olurdu.
Bir de baktığımızda o oyunda fonda 90’lar şarkıları olması dışında oyunun kendine özgü bir şarkısı da var: Kim. Böyle bir şarkıyı ekleme fikri nasıl gelişti?
Sıla Erkan: O şarkı bence oyunu biraz seyircinin de sorduğu soruları sordurmak gibi bir şey bence. Kim, kim, kim, kimin annesi, kim kimin babası, kim kime analık ediyor, kim kime babalık ediyor, olay kim sorularıyla kimlikler karışıyor. Ebeveynler sahnede değil sürekli haklarında konuşuyoruz. Onun annesi, babası, onun annesi, babası, onların annesi, babası, onun annesi, babası yok babasının yeni karısı, bilmem kim kime nasıl, ne? Bir de şey oyunu vardı ya. Kim kiminle, ne zaman? 90’larda biz çok oynardık. Ben kimi yazarım, o kimin neyi yazar filan. Oradan da biraz hareketle en sonunda kim kiminle, nerede, ne zaman, ne yapıyor, ne demek, neden yapıyor? O oyundan da ilham alarak. Hatırlar mısınız oyunu? Bir kağıda kim yazıyor, veriyor, kimi bilmiyor. Aynen o diyor ki Ergin kiminle, işte Azra yazıyor, nerde bilmem ne yazıyor falan. Ayrıca bu oyunu yazdıktan sonra aynı zamanda şöyle de sahneleme fikri geldi. Bu fikrin de ortaklaştığı kişi dramaturgumuz Nagihan Gürkan oldu. Birkaç prova izledi. Ben dedim ki sitcom gibi olmasını istiyorum. O zaman kanepe koyacaksın dedi. Kanepe olunca hepimizi birleştirdi ve zaten istediğim şey şuydu. Sanki Friends gibi 90’lardaki arkadaş grubu seyirci gelsin. Çünkü estetik olarak da bir sitcom estetiğinde de müzikleri ve ara geçişleri var. Seyirci geldiğinde bu tadı alacaktır.
Oyunla ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
Sıla Erkan: Tabii ki doku olarak, zaman olarak 90’larda geçtiği için biz seyircilerden şunu çok duyduk. Yani bizi bir 90’lı yıllar bölümüne sokup çıkarıyorsunuz bir buçuk saat içinde diye. Burada oyunun ışık operatörü olan ve Tebdil-i Mekan’da rol alan Murat Başçı da 1990’larda bir genç olduğu için o da anlatsın isterim.
Murat Başçı: 1991’de 18, 1999’da 26 yaşındaydım. Oyun beni 90’lara ışınladı onu söyleyebilirim. Nasıl tarif edilir? 80’ler biraz şey gibiydi. Ne oluyor dedi herkes. Çünkü çok büyük bir değişim oldu ülkede. Herkes durdu, 90’larda kafa çok karıştı. Herkesin bir şeyler yaparak büyümeye mecbur olduğu bir dönemdi. O yüzden de hata yapmaya çok daha açıktı. O yüzden de çok daha kırılgan bir nesil olarak büyüdüler. Biz daha korkarak daha temkinli hareket ederdik. Eşyalı Kiralık benim için çok güzel bir dönemi tarif ediyor. Ama bakınca hikaye hiç değişmiyor. İnsanoğlu 1800’de de aynıydı, yine aynı.
Oyunun son iki sahnesi kaldı*, bundan sonrası nasıl olacak?
Sıla Erkan: Aslında dediğim gibi gerçekten televizyona sit-com halini yazmayı isterim. Çünkü izlenebilecek bir hikaye. Tabii televizyonda oyundaki gibi bir cesur anlatım olamayacağından dolayı özel platform için olacaktır.
Eşyalı Kiralık ekibine bu güzel röportaj için teşekkür ederim. Oyunu 13 Aralık Cuma akşamı İBB Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde İstanbul Senin uygulamasından alınacak ücretsiz biletlerle, ya da 14 Aralık Cumartesi akşamı Apartman Sahne’den tiyatrolar.com’dan satın alacağınız biletlerle izleyebilirsiniz.
Yorum Ekle