Röportajlar

İlk teklisi “Sonbaharın Döküntüsü”nü dinleyicilerle buluşturan İrem Gündoğdu ile bir röportaj…

2021 ile dinleyicilerle buluşan ilk teklilerden dikkat çeken bir tekli de, içindeki müzik hevesini hep taze tutan ve Alternatif doğrultuda besteler yapan İrem Gündoğdu’nun Dinç Müzik / Destan Records etiketli ilk teklisi “Sonbaharın Döküntüsü” oldu. Gündoğdu ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle Sonbaharın Döküntüsü’ne kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?

-Bu çok uzun bir süreç. Kendimi bildim bileli edebiyatın göğsüne yasladım hep kafamı. Orada ağladım, orada sarhoş oldum; serpildim, büyüdüm, sevgiyi tattım. Oğuz Atay der ya “İnsan tutunamıyor insana” diye, ben de ne kendime ne de başka bir şeye tutunamadım hiçbir zaman. Hepimizin başkalarının hayatlarına dair kesin yargıları vardır. Kuru nasihatlar ordusu kapıda beklerken öylesine söylenen lafların çöplüğünde boğulmak istemedim. İnsanlardan, ciddi konulardan hep kaçtım halen de kaçarım. Bu yüzden kalem ve kağıt arasında doğacak cümlelere tutundum. Ruhumu insanların gözlerinde taşıyıp diline dökemediği cümlelerle besledim. Küçük bir tahmin oyunuydu başlattığım ve yolum da burada başladı.   Sonbaharın Döküntüsü’ne kadar işin sadece mutfak kısmındaydım. “Hep sonradan gelir” derler ya hani benimki de o misal. Küçükken piyano başında kendi şarkılarımı söylerken hayal ederdim kendimi. “Umut yoksa girişim de yoktur!” der Paul Aster… O günün geleceğine dair bir umudum hep vardı bu yüzden bir dönem sıkı ders çalışırdım “İlerde iyi bir mesleğim olsun, kendime iyi bir piyano alayım!” diye.. Okul hayatım boyunca bazı hocalarıma iç dünyamı açma, yazdıklarımı paylaşma şansım oldu, onlar da bu konuda çok destekçi oldular. Müzik ve edebiyatla ilgilenen insanlarla aramda köprü kurdular. Onlardan aldığım takdirlerle bir yandan yazmaya devam ettim öte yandan çalışıp piyano başında olacağım günü hayal ettim. Hayattaki en büyük şansım büyükbabamdır. Onunla birlikte uzaklarda bir köyde geçti çocukluğum. Ruhumu dedemin üzülünce etrafı kızaran mavi gözlerinde büyüttüm besledim. İnsana, hayata, taşa toprağa dair ne kadar cümlem varsa temelinde bu yatar. Tabi yine kırıldığım nokta da buradadır. Utangaç, çabuk kırılan bir olduğum için hiç tam kuramadım cümlelerimi, hep eksik kaldılar. En çok da birini kırıp yaşadığım o hissi yaşamasından çekindim. Bu yüzden hep yazdım… Bir gün insanlar kırmadan dökmeden anlaşılabilsin diye. Şarkı çıkarmaya karar verene kadar mutfakta bir yandan yazıp öte yandan piyano ve gitar öğrenmeye çalışarak bu yolda ilerlemek için çabaladım.

Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve Sonbaharın Döküntüsü’nün oluşum süreci nasıl gelişti? Düzenlemenizi üstlenen Umut Atakan Özşenol ile yollarınız nasıl kesişti?

-Yazdıklarım biriktirirken ben de herkes gibi mutlak aşkı tattım. Hayatımdaki bir diğer şansım da kendisidir. Çok sevdim kendisini. Hani “Yazmak için kafamı yasladığım göğüs!” demiştim ya o da benim kimseye kuramadığım cümlelerimdi. İnsan mutluluğundan ziyade acısını sevmeli. Mutluluklar kısa olmakla birlikte nankörlükleriyle bakidir bende. Yolu, acıdan payına düşenleri doldurduğun sol cebinle yürüyorsun. Belki kızanlar olacaktır bana ama açıklamak isterim. Bir sokak vardır illa durup kaldığın, bir şarkı vardır gözlerini uzaklara daldıran ve sesinin o an ne kadar da kötü olduğuna aldırış etmeden  eşlik ettiğin. Hele hele bir de dostlarınlaysan sesinizin kimlere uzaktan haykırdığını bilerek söylenen o büyülü anlar… Gecenin sabaha bile daha tam kavuşamadığı anlarda kendini bir kuytuda bulup düşündüğün, birini özlediğin anlar. Hani zamanı geri alma şansın olsa hangisine gideceğini şaşırdığın kararsızlıklar… Göğüs kafesine sığmayan o hissin gün gelince seni daracık bir odada köşeye sıkıştırdığı zamanlar.. Mutluluk bu yüzden nankör ve tabi biz de işin acemisiyiz her yaşta her şeyin. Keşke bir şansımız daha olsa değil mi?  Sonbaharın Döküntüsü o sokaktan, penceresinin altında bir kere görme hayalinden, küçücük bir çift gözün aşkından ve daha bir sürü şeyle sıkıştığım o yarım kalan cümlelerden çıktı. Fikrimce hepimiz için yitikliktir sevdiği insandan ayrılmak… O benden uzaklaştıkça yitiyordum. yitikliğimi hatıra bırakmak istedim kendisine..  Tabi her ne kadar  kaybolsam da o hep benimle olacaktı. Gönlümün neresinde saklayacağım şimdi onu!” diye sordum kendime.. Bende bir fotoğrafı vardı. Sadık Gürbüz’ün Öldürür Beni isimli bir şarkısı vardı onun için tuttuğum ve maziden bana gülümsüyordu. İnsanı belkiler ihtimaller ve keşkeler öldürür derdi birisi. İlişkiler bu kadar yüzeysel bu kadar hoyratça harcarken insanlar birbirlerini ve acemisi olmasaydık bu kadar aşkın belki daha bambaşka olurdu. Bu düşüncelerle yazdım şarkıyı ve sonunda baktım ki payıma düşeni almışım aşktan. Bu zamana kadar yazdığım onca şey arasında  en kıymetlisi bu şarkıdır benim için. “Hatıram olsun!” demiştim ya, bu yüzden hep ertelediğim uygun zamanı beklediğim o hayalimi bu şarkıyla ona hatıra bırakarak başladım müzik yolculuğuma.. Müziğin mutfak kısmından onunla çıktım. İlk adımı da aranjörüm Umut Atakan Özşenol ile attım. Kendisiyle ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla tanıştık. Arkadaşım da müzikle ilgileniyordu. Onun aranjörüydü… Böyle bir niyetimin olduğunu söyleyince de Umut ile tanıştırdı. Umut, yıllardır bu işin içinde olan ve hepimizin diline pelesenk olmuş şarkıları olan, ünlü isimlerle çalışan biri. Bu yüzden çok şanslı hissediyorum kendimi bu konuda. Çok keyifli bir şekilde çalıştık. İlk defa stüdyodaydım. Hayalim gerçek oluyordu, bunu onunla paylaşmak ayrı bir keyifli oldu benim için…

Destan Record / Dinç Müzik Yapım ile yollarınız nasıl kesişti?

-Şarkıyı tamamladıktan sonra diğer şarkılarımı yapmak istedim. Maddi imkanlar kısıtlıydı bir yandan öğrenciliğim devam ediyordu. Ben de bestelerimden bazılarını insanların yorumuna bırakmaya karar verdim. Arayış içindeyken yapım şirketim ile yollarımız kesişti. Yazdıklarımdan projelerimden bahsettim. Birlikte çalışma kararı aldık. Özellikle son dönemde kalıplaşmış müzikler bir kıstas oluştururken yeni yetenekleri destekliyor olmaları bu kararı vermemde çok etkili oldu. Bu yüzden beraber bir yola çıktık. Umarım başladığı gibi keyif ve başarıyla devam ederiz.

Bununla birlikte YouTube sayfanızda da yorumlarınızı dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Sizce YouTube yorumlarınızı duyurmada etkili mi?

-Günümüzde teknoloji o kadar çok çığır aştı ki etkisi yok demek mümkün değil. Tuşlu telefonlar, 100 MB internetlerden bir anda kavimler göçüne bağlar gibi kendimizi koca bir sanal dünyanın içinde bulduk. Bu bağlamda elbette insanlara ulaşmak bir şeyler icra etmek için etkili. Öte yandan üretimi zorlu bir süreç olan ürünleri çok kısa sürede tüketmemize de neden oluyor. Profesyonel olmak kadar biraz da şans gerektiriyor tabi oradan birlerine ulaşabilmek. Ben genelde kendi yazdığım şarkıları paylaşmaya gayret ediyorum orada. Bunu yaparken amacım sadece insanların şarkılarım hakkında yorumlarını görmek. Kime ne kadar dokunabilmişim, ne hissetmişler bunu görmek için paylaşıyorum. O an orada okuduğum yorumlar, aldığım mesajlar bana yetiyor.  İnsanların kendilerini gerçekleştirdiği ürünleri orada görmek de beni ayrıca mutlu ediyor. 

Sonbaharın Döküntüsü ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Merakla beklediğim bir dönüş dışında tüm dönüşleri aldım aslında! (gülüyor) Birine yazılıp “onun” dışında herkesin okuduğu şiirler gibi bir durumla karşılaştım! İmgelerle yüklü bir şarkı Sonbaharın Döküntüsü. İran ve Fars edebiyatını çok seviyorum. Özellikle şarkılarıyla derinlerde bambaşka bambaşka farkındalıklar yaşatıyor insana. Geri dönüşleri almaya başlayınca o derinliğe yaklaştığımı fark ettim. İnsanların genel olarak beğenmesindeki kıstas da buydu. Dönüşler şarkının sözleri açısından olumluydu, klip hariç. Klibi tek kamerayla okuldan arkadaşım yönetmenliğinde çektik. Kurgusunu ben yaptım diğer her şeyle arkadaşlarım ilgilendi. Profesyonel bir şey yapmak gibi bir imkanımız ve kaygımız da yoktu açıkçası. Yol şarkısı demiştim. Kervan da yolda diziliyor bizim açımızdan. Burada üzüldüğüm bir nokta var. Klipte bulunan her nesne şarkıyı yazdığım insanla benim aramda bir bağ kurmuştu. Benim gönlümün içiydi. Olduğum gibi geçtim kameranın karşısına ve arkada bana destek olan insanlar vardı. Hepimiz öğrenciydik eldeki imkanlarla anca bu kadar bir ruh ortaya koyabildik ortaya ki orası benim dünyamdı. Sanat da bu değil midir? Herkes kendi ruhunu koyar ortaya onu yansıtır. Klip yayınladığında çoğu insan klipte bir çıplaklık aradı, giydiğim kıyafete, mekana, orada anlatılmak istenene karşı ağır eleştirilerde bulundu. Bir kadının bir şeyler yapmaya çalışırken orada illa dişiliğini de ortaya koymasını bekleyen insanların olması, yaptığın işe bu şekilde bir beğeni kıstası koyması benim hem kendi adıma hem de hemcinslerim adına üzdü. Umarım bu bakış açısının zerresi kalmaz hayatımızda. 

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

-Zor bir soru oldu. Şunu söyleyeyim, öncelikle kesinlikle hareketli bir şarkım yok. Ruh işçisi gibi ağır aksak devam ediyorum. Genelde sözler ağıt tarzı olduğu için tam bir konumlandırma yapmak mümkün değil benim için. Açıkçası bir yere çok fazla konumlanmak da istemiyorum. Biraz Nazan Öncel tınısı katıp Orhan Veli gibi “Ceketsiz gidilen bir gecede dinlenen şarkılar” yapmak istiyorum…

Sonbaharın Döküntüsü’nden sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?

-Şu an hazırda bekleyen şarkılar var.  Sonbaharın Döküntüsü’nün devamı olan aynı insana yazdığım ve yaşadığım hislerin devamını anlatan 4 şarkım var 5 Temmuz’da “Yüreğimin Vurgunu” isimli tekli çalışmamı yayınlayacağım. Akabinde yine diğer teklileri piyasaya sunacağım ilerleyen zamanlarda…

İrem Gündoğdu’ya bu güzel röportaj için teşekkür ederim. “Sonbaharın Döküntüsü”nü tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.