İdil Acim… Uzun yıllardır müziğin her alanında başarılı çalışmalarıyla tanınan Acim ailesinin yeni nesil bir ferdi… Acim ailesi, halen yaşamakta olan, pek çok sanatçının kayıtlarını yaptığı Stüdyo Elektronik’in sahibi ve tonmaisteri Kami Acim ile yine bir dönemin duayen tonmaisteri kardeşi (2001’de kaybettiğimiz) Sıtkı Acim’in yanı sıra, Kami Acim’in oğlu olan, 2019 yılında kaybettiğimiz usta müzisyen ve akademisyen Server Acim ile birlikte müzik dünyasına ışık olmaya devam ederken, Server Acim’in kızı İdil Acim de bu müziksel kökün izinden giderek müziğin eğitiminden gelen bir isim olarak hem farklı müzikselliklere açık bir bakış açısı çizdi hem de Ses Tasarımcılığı alanında da çalışmaya başladı. SoundCloud’da yayınladığı çalışmalarını takip eden süreçte Spotify’da da bağımsız olarak yayınladığı elektronik ve deneysel ağırlıklı çalışmaları ile tanınırken, yeni EP çalışması “Ezop”u geçtiğimiz günlerde Lin Records etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. 6 eserlik EP’nin içeriği ve Sercan Melik Aslan imzası taşıyan kapağı da şimdiden beğenildi. Acim ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, yeni EP çalışmasını, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle “Solid Tales” EP’nize kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? Bu bağlamda konservatuvar eğitiminiz size müziksel anlamda neler kattı? Bir EP yayınlamaya nasıl karar verdiniz? “Solid Tales”in süreci nasıl gelişti? “Solid Tales” ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Müzikle ve müzik aletleriyle ilk tanışmam, 4 yaşındayken doğum günü hediyesi olarak verilen Casio’nun VL-Tone isimli bir elektronik müzik enstrümanı aracılığıyla oldu. Uzunca bir süre bu “oyuncak” ile oynadıktan sonra rahmetli babam, besteci Server Acim’in yönlendirmesiyle 6 yaşında piyano çalmayı öğrenmeye başladım. Kısa bir süre sonra piyano ile birlikte -çocuk aklıyla- Ensoniq TS-12 model dijital synthesizer tanışıp, onunla da ufak tefek sesler ve kombinasyonlar yaratmaya başladım. O yaşta olan biten her şey tamamen ‘’oyun’’ gibi geliyordu ve bu oyunlardan keyif alıyordum, o sebeple müzik kariyerimi bu yönde ilerletmek için çabalamaya başladım. Liseyi güzel sanatlar lisesinde okurken, son iki sene yarı zamanlı devlet konservatuvarında armoni ve solfej eğitimi aldım. Lisansımı müzik eğitimi programında okudum ama bir yandan müzik teknolojileri bölümünün hocalarından ders notları istiyor, alan hakkında okuyup araştırıyordum. 2012 yılından itibaren, üç yıl boyunca her kasım ayında düzenlenen, sevgili Ufuk Önen’in öncülüğünde Bilkent Üniversitesi bünyesinde gerçekleşen ve alan ağacının tüm dallarını kapsayan uzman katılımcıların yer aldığı, ATMM (Müzik ve Medya İçin Ses Teknolojileri) Konferansları’na katıldım. Bu sayede; hem alanın içindeki kıymetli isimlerle tanışma şansına eriştim hem de o atmosferdeki bilgi akışından faydalanma imkanım oldu. Solid Tales öncesinde 2014 yılında ilk kez SoundCloud’da “GN23” isimli bir çalışmamı yayınlamıştım. O yıllarda “Dark Trap” türü epey popülerdi, o türde bir çalışmaydı. 2014 yılının sonlarına doğru “Somut Müzik (Musique Concrete)” türüne ilgi duymaya başladım ve yoğunlaşmaya çalıştığım öncelikli tür o yöne doğru evrildi. “GN23”ün sonrasında sert bir geçiş yaparak elektronik müziğin tamamen sanatsal tarafına yönelmeye çalıştım esasında. 2015 yılında, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, Alper Maral hocanın öncülüğünde bir Elektronik Müzik Festivali düzenledi, Bülent Arel ve İlhan Mimaroğlu gibi ülkemizi Elektronik Müzik alanında hayran olunası bir boyuta taşıyıp temsil eden besteciler için saygı duruşu niteliğinde bir festivaldi. O yıl, “I Have A Dream” isimli bir eser kurgulayarak bu festivale kabul edilme şansına eriştim. İlhan Mimaroğlu okumaya ve dinlemeye 2014’te başlamıştım zaten -ki epey geciktiğimi düşünüyorum bunu yapmak için- müziğini ve fikirlerini anlamaya çalışmanın en temel yolunun, Mimaroğlu’ndan ilham alarak onu taklit eden bir müzik yaratmak olduğunu düşündüm ve Amerikalı sivil haklar aktivisti Martin Luther King Jr. tarafından 28 Ağustos 1963’te İş ve Özgürlük için Washington’da sivil ve ekonomik haklar ve ırkçılığa son verilmesi için çağrıda bulunduğu meşhur bir konuşma olan “I Have A Dream” konuşmasının üstüne basit bir piyano melodisi yerleştirerek, arkaya radyo anonsları ve soyut sesler yerleştirdim. Çünkü benim de bir hayalim vardı, o hayali yansıtabilmemin tek yolu da müzik yaratmaktı. Kurguladığım o eserle birlikte benim de müziğe bakış açım, yaratmak istediğim müziğin yönü de artık belli olmuştu. Hikayeler anlatmaya karar vermiştim yani. 2017 yılında aynı festivale bu kez Ankaralı arkadaşlarımdan biri olan ve müzik hayatına DJ’lik yaparak devam eden Fırat Deniz Müftüoğlu ile birlikte, yine bir hikayesi olan fakat bu kez içinde modern ögeler de barındıran Edgar Allen Poe’nun ‘’Leigia’’ isimli bir hikayesini eksen alarak, yeni bir eser kurgulayarak katıldık. Her iki eser için de hem hocalardan hem de öğrencilerden olumlu geri dönüşler aldım, motive oldum. Sonrasında Solid Tales ile hikayeleri anlatmaya devam etmek istedim, o yüzden o EP’yi yayınladım. Maksadım hiçbir zaman dinleyici sayısı olmadı, anlamak için dinleyen insanlardan bir kitle yaratıp, müzikli hikayelerle sesimi duyurmaya çalıştım, “hepsi bu”ydu. Konservatuvarı yarı zamanlıda okudum, armoni hocam rahmetli Zarife Bakihanova’ydı ve bana hep çok inandı, güvendi, kabuğumu kırmam için her zaman cesaret verdi. Fakat bu bağlamda bana en çok katkısı olan yegane kişi ise rahmetli babam Server Acim’dir. O’ndan sonra ise ustam Arda Eden gelir. Bu üç ismin bana gerek teorik gerek pratik gerek ise vizyon konusunda her zaman yolumu aydınlatan fikirlerleri sayesinde bu yola çıkabildim. Müziğin özgürlüğünü ve esnekliğini kullanabilme cesareti kazandırdılar. Teori eğitimi sadece kompozisyonları yaratmamda bilgi sahibi olmamı sağladı ama benim için önemli olan edindiğim bilgileri, işime nasıl yansıttığımdı. Genel olarak ‘’okul’’un bana kattığı şeyler bu şekilde diyebilirim.
Solid Tales sonrası art arda tekliler yaptınız. Bu teklileri kendi bakış açınızla müziksel bağlamda nasıl özetlersiniz ve bu tekliler hakkında nasıl geri dönüşler aldınız?
-“Solid Tales”i yayınladıktan sonra, kendimi geliştirmek adına her ay benzer veya farklı türde bir müzik kurgulamaya karar verdim, yayınlamak gibi bir niyetim yoktu aslında ama SoundCloud ile Spotify vs. gibi diğer dijital platformların işleyişi farklı olduğu için, duyurabilir noktaya getirebildiğime inandığım müzikleri dijital platformlarda, hiçbir beklentim olmadan yayınladım. Kendi bakış açımla müziksel bağlamda özetleyecek olursam; hiçbir kaygı gütmeden çalışılmış, gerek ritmik gerek melodik açıdan kendi içinde bir bütünlüğü olan deneysel işler olarak yorumlayabilirim.
Bununla birlikte Alican Yücesoy ile ortak çalışma “Nyarlathotep”i yayınladınız. Kendisiyle yollarınız nasıl gelişti? Teklinin oluşum süreci nasıl gelişti ve tekliniz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-“Nyarlathotep” için en sevdiğim hikayemdir diyebilirim. Babamın vefatından sonra, bir İstanbul seyahatimde, oynadığı bir tiyatro oyununa davet etmişti beni sevgili Alican Yücesoy, bu vesileyle tanıştıktan sonra 2020 yılının Haziran ayında kendisine, böyle bir müzikli hikayede bana eşlik edip edemeyeceğini sordum, kırmadı sağ olsun. Kendisiyle çalışmak çok keyifliydi ve onun gibi bir tiyatrocuyla çalışabilmiş olmanın şansına eriştiğim için büyük mutluluk duyuyorum. “Nyarlathotep”i 2020 yılında pandemiyle sarsıldıktan sonra, bu dönemi ve etkilerini anlatan bir hikaye yaratabilmek için kurgulamıştım, kötücül karakterin temsil ettiği somut şeyler mevcut yani hafızamda! (gülüyor) Süre olarak diğer müziklerimden biraz daha uzun ve daha geniş kurgulanmış bir hikaye olduğu için çok fazla insana duyuramadım elbette ama dinleyenlerden aldığım geri dönüşlerle anladım ki maksat hasıl olmuş.
Bununla birlikte Alican Yücesoy ile ortak çalışma “Nyarlathotep”i yayınladınız. Kendisiyle yollarınız nasıl gelişti? Teklinin oluşum süreci nasıl gelişti ve tekliniz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-“Nyarlathotep” için en sevdiğim hikayemdir diyebilirim. Babamın vefatından sonra, bir İstanbul seyahatimde, oynadığı bir tiyatro oyununa davet etmişti beni sevgili Alican Yücesoy, bu vesileyle tanıştıktan sonra 2020 yılının Haziran ayında kendisine, böyle bir müzikli hikayede bana eşlik edip edemeyeceğini sordum, kırmadı sağ olsun. Kendisiyle çalışmak çok keyifliydi ve onun gibi bir tiyatrocuyla çalışabilmiş olmanın şansına eriştiğim için büyük mutluluk duyuyorum. “Nyarlathotep”i 2020 yılında pandemiyle sarsıldıktan sonra, bu dönemi ve etkilerini anlatan bir hikaye yaratabilmek için kurgulamıştım, kötücül karakterin temsil ettiği somut şeyler mevcut yani hafızamda! (gülüyor) Süre olarak diğer müziklerimden biraz daha uzun ve daha geniş kurgulanmış bir hikaye olduğu için çok fazla insana duyuramadım elbette ama dinleyenlerden aldığım geri dönüşlerle anladım ki maksat hasıl olmuş.

En son, yeni EP’niz “Ezop”u yayınladınız. EP’nin oluşum süreci nasıl gelişti? Lin Records / Ediz Hafızoğlu ile yollarınız nasıl kesişti?
-Ediz Hafızoğlu ile 2020’nin sonbahar aylarında, tesadüfen sosyal medya üzerinden tanıştık ve arkadaş olduk. Vakit ayırıp müziklerimi dinlemiş sağ olsun. “Lin Records bünyesinde çalışmalar yapmak ister misin?” diye sordu, gurur ve mutluluk duyarak kabul ettim. Ediz Hafızoğlu’nun bana verdiği cesaret ve güvenle birlikte 3 şarkı fikriyle yola çıkan “Ezop” 6 şarkıyla tamamlandı. Bu albümde hiçbir konuşma kullanmadım bu kez, müziğin hikayesi olsun istedim.
İki eserde aynı zamanda prodüksiyonunuzu üstlenen Ediz Hafızoğlu’nun yanı sıra İda eserinde Toprak Barut saksafonuyla yer aldı. Hafızoğlu’nun EP’de de yer alması nasıl gelişti? Bu doğrultuda Toprak Barut ile yollarınız nasıl kesişti?
-Ediz Hafızoğlu’na albümde yer alan iki parçanın demosunu gönderip üstüne davuluyla eşlik edip edemeyeceğini sordum, deneysel işlere esnek baktığını biliyordum. Aynı şekilde Toprak Barut’a şarkının demosunu yollayıp, aynı soruyu yönelttim. İkisi de beni kırmadılar, sağ olsunlar, eksik olmasınlar. Toprak Barut da Ankaralı müzisyen arkadaşlarımdan biridir ve çalışma disiplinini örnek aldığım ender kişilerdendir, katkısı yadsınamaz. Ediz Hafızoğlu davulları Kaş’ta kaydedip, kanalları yolladı, keza Toprak Barut da Ankara’da kaydedip kanalları iletti. Pandeminin bize öğrettiği şeylerden en önemlisi bu uzaktan çalışma meselesi oldu sanırım. Gönül isterdi ki stüdyoya girip bambaşka bir atmosferde ve daha olumlu bir ruh halinde çalışalım ama hayatın getirdiklerine mecburen adapte olduk bu albümü hazırlarken.

Ezop ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Yapmaya çalıştığım müzik türünün belli bir kalıba girmekte zorlanması ve insanların kulaklarının klasik şarkı formlarına alışkın olması sebebiyle, çok fazla bir geri dönüş almadım ama aldığım yorumlarda özellikle “Ankara” parçasının gerçekten o şehrin dokusuna ait bir atmosferi yansıttığı oldu. Açıkçası bu sevindirici çünkü yaratmaya çalıştığım duygunun karşılığı tam olarak buydu. “Layer” parçasında da kullandığım efektleri martı seslerinden hareketle yerleştirmiştim, bu fikir de dinleyenlere yansımış, bu da sevindirici. Belki tekrarlayacağım ama mühim olan; anlamak için dinlemek meselesiydi. Aldığım yorumlar neticesinde biraz da olsa anlaşılmış hissediyorum! (gülüyor)

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız? Bu bağlamda çalışmış olduğunuz “Ses Tasarımcılığı” alanını kendi bakış açınızla nasıl özetlersiniz? Bununla birlikte düzenlemelerinizi de kendiniz üstleniyorsunuz. Bu durum size yapmak istedikleriniz anlamında özgür bir alan sağlıyor mu?
-Elimden gelenin o an için en iyisini yaptığıma inandıktan sonra uzay boşluğuna fırlattığım ve kendi yörüngesini kendi bulan bir müzik diyebilirim en net haliyle! (gülüyor) Hem somut müziğe hem de akusmatik müziğe ait unsurları içinde barındıran, özelden genele varıldığı zaman kendi içindeki bütünlüğünden yola çıkarak ritmik veya melodik bir armoni yaratabilme kaygısıyla üstünde çalıştığım bir deneysellik var. Şahsi bakış açım şöyle ki; özgürlüğü sınırsızlığından ileri gelen, esnekliğinden faydalanabilecek cesareti gösterebildiğimiz, risk almaya müsait bir müziğe ilgi duyuyorum. Bunu arıyorum, o yüzden tür sınırlaması olmadan sürekli deniyorum. Başka türler üzerine çalışsam bile tamamen özgürlük ve deneysellik üstüne kurulu bir fikirden hareketle yola çıkıyorum. Ses Tasarımcılığı alanı da bu yüzden ilgimi çekti ve üstüne eğilmek istediğim bir alan haline geldi.
Ayrıca çalışmalarınızı SoundCloud hesabınızda da yayınlıyorsunuz. SoundCloud, size çalışmalarınızı duyurmada etkili mi?
-Maalesef etkili değil -ki zaten orası eskiz defterim gibi-.
Ezop’tan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Eğer sağlıklı olmayı sürdürebilirsem elbette aklımda fikirler var fakat kısa vadede gerçeğe dönüşecek şeyler değil, hepsi zamana emanet. Ucu açık bir yolda nereye varırım o fikirlerle henüz bilemesem de bu yolda yürümeye devam edeceğim.
Yorum Ekle