Bağımsız Sahne köşesinin kırk üçüncü konuğu, mesleki anlamda Mimarlık alanında ilerlese de müziğe olan tutkusuyla kendi şarkılarını yazan ve ilk teklisi “Zahiri Sonsuz”u dinleyicilerle buluşturan Tilbe Gündüz… Gündüz ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle Zahiri Sonsuz’a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?
-Çocukluğumdan beri müzikle içli dışlı olarak büyüdüm. Babam lise zamanlarından beri piyano çalardı, arkadaşlarıyla o dönem müzik grubu da kurmuşlardı. Müziğe olan ilgisini bana da miras bırakarak beni de 7 yaşımda piyanoya başlatmıştı. Fakat o zamanlar hep gitar ya da keman çalmak hevesim olduğundan piyanoya hak ettiği değeri pek gösterememiştim, bu yüzden 7 sene boyunca çaldıktan sonra, hala bugün de pişmanlık duyduğum bir kararla piyanoyu bıraktım. Başka bir enstrüman çalmayı öğrenme fırsatım da olmamıştı ve uzunca bir dönem müzik yapmak benim için rafa kalkmış oldu. Fakat içimde her zaman ukde olarak kalmış başka bir şey de vardı ki, o da şarkı söylemekti. Bu benim buruk bir hayalimdi, çünkü konuşma sesim pes olduğu için çocuk aklımla şarkı söylemenin sopranolara has bir özellik olduğu yanılgısından dolayı şarkı söylemek benim için imkansız sanıyordum. Geçen yıllar içerisinde müzik aşığı bir insan olarak gündelik hayatımda her zaman arkada çalan bir şeyler vardı, ve ben de kendi çapımda bu müzikleri dinlerken eşlik ederdim. Bu çabamın kısık bir kafa sesi kullanarak sesimi tizleştirmeye çalışıp şarkılara eşlik etmekle sınırlı kalacağı umutsuzluğunun arasındayken, benim için dönüm noktası olan bir an yaşandı. Annem ve babamla arabada yolculuk ettiğimiz sırada radyoda çalan bir şarkıya eşlik ederken, babam anneme arkada oturan beni işaret ederek “Sesi duyuyor musun?” diye sordu. İkisi de şaşırmış ve hoşlanmışlardı; içimde naif bir gurur hissederek, babamın bu yorumunu duyduğumu fark ettirmeden istemsizce kendi kendime gülümsedim. O günden sonra kendi kendime “Neden bu kadarına razı olmalıyım?” diye sordum. Neden kendime inanmadığımı sorgulayarak, kendimi pekala da geliştirebileceğimi fark ettim. Bu karara varmamın ardından bir gün, çalıştığım bir parçayı anneme okuyarak ondan dürüstçe eleştiri yapmasını istedim. Bana biraz düz söylediğimi, sesimde ezgi olmadığını söyledi. Bu da benim için ikinci bir dönüm noktasıydı, aldığım yapıcı eleştirinin ardından sorunumu düzeltmek için daha da çok çabaladım. Ondan sonrasında yıllar içerisinde kendi kendimi zorlayarak, emek emek işleyerek, naçizane kendi çapımda sesimi eğiterek üniversite çağına geldiğimde artık çevrem tarafından fark edilmiş ve takdir görmeye başlayan bir sese, şarkı söyleme becerisine eriştim. Bununla beraber üniversitenin ilk yıllarında tanıştığım, Mimarlık fakültesinde aynı sınıfta olduğum amatör olarak gitar çalıp şarkı söyleyen Adil Okur adlı arkadaşımla beraber duo olarak arkadaş ortamımızda müzik yapmaya başladık. Onun da etkisiyle müzik artık kendi kendime şarkılara eşlik etmekten bir adım öteye giderek, hayatımın tam merkezine oturup yeşermeye başlayan bir unsur olmaya başlamıştı, çünkü artık canlı olarak çalıp söylemek fırsatına erişmiştim. Böylelikle sürekli olarak derslerden arta kalan zamanlarımızda arkadaşlarımızla vakit geçirdiğimiz akşamlarda çalıp söyler hale geldik.
Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve bu bağlamda Zahiri Sonsuz’un oluşum süreci nasıl gelişti?
-Çalıp söylemek bir yana dursun, hala hayatımda eksik bir şeyler vardı; artık var olan şarkıları söylemek de bana yetmiyordu. Üretmek istiyordum. Fakat ne zaman özgün bir beste yapmaya kendimi zorlasam, aklım hep zaten var olan, bildiğimiz sanatçıların yaptığı şarkıların altyapılarına gidiyordu ve uzunca bir süre bu konuda bocaladım. Çocukluğumdan beri aynı zamanda şiir de yazardım. Ruhumu hem inanılmaz büyük bir aşkla dolduran, hem de çok derinden yaralayan bir insanın ardından da birçok şiir yazmıştım. Üniversite son sınıfa geldiğimde bir gün trende yolculuk yaparken, bu şiirlerimden birini bir anda kafamda besteleyiverdim. Bir anda yılların blokesi çözülüvermişti, onca yıl uğraşıp yapamadığım şey birkaç dakika içerisinde kendiliğinden zihnime akmıştı. O yolculuğumdan sonra tekrar Ankara’ya döndüğümde bestemi Adil’e okudum ve o da birkaç dakika içerisinde gitarda akorlarını çıkardı. Geçen aylar içerisinde bunu arkadaş ortamımızda da çalıp söyledik ve bir süre sonra tüm arkadaşlarımızın da söylerken bize eşlik ettiği bir şarkı olmuştu artık. İnsanların yaptığım bir şarkıyı söylemesi hissi paha biçilemez bir gururmuş, bunu gördüm. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Yıllarca muzdarip olduğum beste blokajı yok olmuş, adeta akarsuya çekilmiş bir set varmış da o set yıkılmışçasına akmaya başlamıştı. Ondan sonra günümüze kadar Zahiri Sonsuz dahil yaklaşık 15 tane beste yaptım. Böylelikle realize edilmek için sıraya girmiş, stüdyo ortamında kayıt konusunda can attığım fakat bir türlü fırsatı yaratamadığım ve adım atamadığım birçok şarkım olmuş oldu.
Düzenlemeyi birlikte üstlendiğiniz Ogün Sayharman ile yollarınız nasıl kesişti?
-Biz ailecek yıllardır hafta sonlarında akşam dışarı çıkar, sürekli gittiğimiz birkaç restoranda her hafta dönüşümlü olarak yemek yerdik. Bu nezih ortamlardan birkaçı da çok yetenekli bir müzisyen olan Ogün Bey’in müzik grubuyla beraber piyano çaldığı yerlerdi. Babam da piyano çaldığı için ve gittiğimiz bu yerlerin müdavimi olduğumuzdan dolayı her restoranda herkesle ahbaptık. Ogün Bey ile ailecek tanışmamız da esasen bu şekilde bir bağlam çerçevesinde yaklaşık 15 yıl öncesine dayanıyor. Sonrasında kendisinin stüdyo kurduğundan ailemin haberi olmuştu, fakat esasen benim yıllar sonra müzik üretim hevesine düşmemin ardından kayıt ve aranje için yakinen bir araya gelmiş olduk diyebilirim. Şarkıdaki birtakım müzikal pürüzleri gidererek armoninin son şeklini profesyonel bir bakış açısıyla veren kişi kendisi oldu.
Zahiri Sonsuz ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Aslında ilk soruda da bahsettiğim gibi, Zahiri Sonsuz neredeyse 3 yıldır var olan bir çalışma olduğu için, öncelikle o yıllarda dinlemiş olan arkadaşlarımdan çok güzel geri dönüşler almıştım. Kimi zaman biz o akşam o şarkıyı çalıp söylemek istemesek bile arkadaşlarımız ısrar eder ve söylerken bize eşlik ederlerdi. Şarkı stüdyo ortamında yeniden kaydedilip yayınlandıktan sonra, yıllardır sadece gitarda ritmik akorlarla çalınmış versiyonuna aşina olduklarından dolayı açıkçası ben de dahil olmak üzere yakın çevremdeki birçok kişiye şarkı biraz farklı geldi. Ama birkaç kez dinledikten sonra hepimiz yeni versiyonuna alıştık ve daha çok sevdik. İlk defa dinleyen herkes ise çok beğendiklerini, şarkının buğulu bir havası, tınısı, naifliği olduğunu hissettiklerini belirtiyorlar.
Ayrıca, YouTube kanalınızda okuduğunuz bölümle alakalı olarak “Hocam Proje Olmuş Mu?”yu yayınladınız. Şarkının oluşum süreci nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldınız?
-Hocam Proje Olmuş Mu adlı şarkım, ilk yayınlanan olmasına rağmen aslında benim ikinci bestemdi. O zamanlar son sınıfta olduğum için Mimarlık Bölümü’nün gerektirdiği uzun saatler alan, uykusuz gecelerle bezenen, meşakkatli çalışma disiplininin en zirve noktasındaydım. Öyle ki, bazen 3 gün hiç uyumadan projemi tamamlamam gerektiği oluyordu. Mimarlıkla yıllar boyunca kurduğum bu acı-tatlı ilişkiyi de sanatla harmanlayıp üzerine bir beste yapmak dürtüsü hissettim. Bu da yine bir gecede kafamda beliren bir şarkı oldu. Bütün öğrencilerin yaşadıkları sıkıntıları hafif sarkastik bir havayla, bölümde sabahlanan bir geceyi sahne alırcasına, yorgunluk ve uykusuzlukla gelen boşvermişlik hissini lanse etmeye çalışarak şarkının sözlerini ve armonisini bu bağlam içerisinde kurdum. Sonrasında yine daha önceden bahsettiğim arkadaşım Adil’le beraber şarkıyı fakültenin önündeki bir bankta otururken çalıp kaydettik. Şarkıyı 2.5 yıl kadar sonra yayınlamaya karar verdiğimde, hala stüdyo ortamına girmek konusunda yol yordam bilmediğimden dolayı tabletimdeki bir müzik uygulamasından ritim gitar haricindeki tüm aranjesini kendim yaparak enstrümanlarını da yine uygulama üzerinden dijital bir şekilde çalarak şarkıya yerleştirdim. Kayıtta birtakım teknik sıkıntılar mevcut tabii ki, o da tamamen her şeyi kendim yapmaya çalışmamdan kaynaklandı, çünkü direkt olarak mecburen şarkının o dönem telefona rastgele kaydettiğimiz halini baz olarak alta koyup parçayı oluşturmuştum. Yine de ilk yayınladığım parça olduğu için aldığım geri dönüşler inanılmaz gurur vericiydi, armonisel bazı sıkıntılar ve kayıt kalitesinin çok yüksek olmaması dışında pek olumsuz bir yorum olmadı. Birçok kişi sosyal medyada da paylaşıp çok eğlenerek dinlediklerini belirtti.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Oldum olası ruha dokunan şarkılar dinlemeyi sevdiğim için kendi müziğimde de hissettiklerimi herkesin kendi hikayesinden kesitler bulabileceği bir tarz içerisinde harmanlamayı tercih ediyorum. Sözlere önem veriyorum, içi boş şarkılar yapmamaya özen gösteriyorum. Armonilerde de insanları şarkıda yaratmak istediğim hissiyata göre yakalayacak tınıları bulmaya çalışarak üretmeye çalışıyorum.
Bununla birlikte müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?
-Tabii ki, amatör olarak uğraştığım tüm şeylerden çok keyif alan bir insan olarak eğer bağımsız olamasaydım çok kısıtlanmış ve bir süre sonra kalıplara oturtulmuş hissederdim diye düşünüyorum. Neredeyse her gün bir şekilde kafamda yeni bir beste üretmeye başladım, ve bunların aranjesini de çoğunlukla kabataslak zihnimde kuruyor oluyorum. Bu özgürlükle ürettiğim tüm şeyleri soyut olarak üzerime giymek hissi bana yaşadığımı hissettiriyor. Ama her şeye rağmen bu sektör sudan çıkmış balık gibi olduğum bir sektör, bağımsızlığın her zaman iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Rehberliğe ihtiyaç duyduğumu hissettiğim birçok zaman oluyor.
Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?
-Bir önceki soruda da aslında belirttiğim gibi, açıkçası amatör bir sanatçı olduğum için “Bir müzik firmasıyla çalışmak nasıldır, prosedürleri nasıl işler” gibi bir tecrübem olmadı, o yüzden ikisini net bir şekilde kıyaslayabilecek bir yetkide değilim kendi adıma. Fakat henüz yeni olan kayıt deneyimimdeki aksaklıklar üzerinden konuşmam gerekirse daha çok yönlendirmeye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Parçamı kaydederken benim de tercihimle orijinal haline mümkün olduğunca sadık kalmaya çalıştık, ancak bir müzik firması neyin hit olacağına, neyin daha çok dinleneceğine daha iyi karar verirdi muhtemelen. Bu her zaman iyi bir şey değil tabii ki, çünkü günümüzde o kadar çok güzelmiş gibi servis edilmiş, aranjesiyle mastering’iyle allanıp pullanmış kötü şarkıya denk geliyoruz ve bunlar da garip bir şekilde halk tarafından tutuluyor ki, bazen gerçekten hayret ediyorum. Ama o şarkılar herkese bir şekilde ulaşıyor sonuçta. Bununla beraber şu anda ben kendi çabalarımla ne kadar reklamını yapmaya çalışsam da bir noktada tanınmadığım için dinlenme ivmesi de ister istemez düşüyor oluyor, keşfedilmemiş şarkılar olarak rafa kalkıyor. Bir müzik firması daha nüfuzlu olduğu için şarkılarımı daha iyi servis ederdi, daha geniş kitlelere ulaştırırdı diye düşünüyorum. Açıkçası bu yola çıkarken hiçbir zaman ünlü olmanın ya da tanınmanın hayalini kurmadım, benim için sadece kafamda soyut olan tüm bu müziği somutlaştırmak, bir yerlerde kayıt altına almak çabasıydı başından beri. Ama insan emek sarf edince görülsün, duyulsun, beğenilsin de istiyormuş bir yandan.
Zahiri Sonsuz’dan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Elbette, sürekli olarak bir üretim halindeyim zaten zihnimdeki blokaj açıldığından beri bana akan besteler hiç durmuyor. Bazıları anlamlı bütünler oluşturuyor bazılarıysa bir dörtlük olarak kalarak tamamlanmıyor, ama şu anda zaten aranjesi yapılıp kaydedilmek için beklemede olan 15 küsür tane bestem var. Kendi mesleğimdeki yoğun çalışma temposundan vakit bulabildiğim en kısa zamanda yine Ogün Bey’e bir önceki şarkım bittiği anda taslak olarak teslim ettiğim yeni şarkıma start vereceğiz. Umarım yine severek dinlenecek bir şarkı ortaya koyabiliriz.
Tilbe Gündüz’e bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Zahiri Sonsuz”u tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle