Röportajlar

Bağımsız Sahne #73: Yeni teklisi “Portakalın Ölümü”nü dinleyicilerle buluşturan Öykü Önal ile bir röportaj…

Bağımsız Sahne köşesinin yetmiş üçüncü konuğu, müziğe çocukluğunda keman çalarak başlayan ancak akademik kariyeri bağlamında müzik yolunda ilerlemese de, zamanla kendi şarkılarını yapmaya başlayan, alternatif tınılı bir EP ile merhaba dedikten sonra en son kendi eseri yeni teklisi “Portakalın Ölümü”nü dinleyicilerle buluşturan Öykü Önal… Önal ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, yeni teklisini, aldığı geri dönüşleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle A Break. Silence’a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız? 

-Söylemeliyim ki oldukça boşluklu ve genelde tek başınalık üzerine kurulu bir müzik yolculuğum oldu. Yani “kendi halimde tıngırdatmalar” olarak özetleyebilirim. Genelde uğraşlarım böyle olmak durumunda kaldı zaten, akademik başarı odaklı yetiştirildiğim ve pek de sosyal biri olmadığım için. Yetmezmiş gibi bir de mimarlık gibi yükü fazla olan bir bölüm seçmiş bulundum, sırf bir çıkış olabilmesi adına. Müziğe dönersek aslında uzun yıllar keman çaldım, epey de isteyerek, fakat folk sevdalısına dönüştükten ve birkaç kadın singer-songwriter örneğine vurulduktan sonra başka bir şey dürttü beni. Laura Marling’i YouTube’da ilk dinlediğim anı düşünüyorum. Sene 2015, üniversiteye yeni geçmişim sayılır. O sırada zaten gitar çalmayı hafiften çözmüştüm abimin gitarını kurcalaya kurcalaya. Arada melodiler, sözler çıkıyordu ama üzerine gitmiyordum. Abim Erasmus’a giderken gitarını yanına alacaktı ve ben artık gitarsız olma düşüncesini kabul edemedim. Beraber gittik Tünel’e, şimdi halen çaldığım gitarı aldık. Sonra kafayı takarak biraz daha hakimiyet kazanmaya başladım gitarda ama pek iyi çaldığımı söyleyemem, beni idare ediyor işte. Vokalime biraz daha güvenmeye başladım zaman geçtikçe, kayıt alıp bir iki arkadaşıma dinlettim. Pek sesimi duyan yoktu o zamana kadar. Ardından cover maceram başladı. Instagram, sonrasında da YouTube’da paylaşımlara başladım, güzel tepkiler geldi. Kadıköy’de bir kafede çalışıyordum haftasonları, orada mini bir konser verme deneyimim oldu. Bir şeyler yazıyordum halihazırda ama komik geliyordu, sonra -nedendir bilmiyorum- komik gelmemeye başladı. “Hope fools me, dear” bir katarsis halinde çıktı, hemen telefonda kaydettim ve bir yıl benimle dolaştı öyle. Bir yılın sonunda kafaya taktım, dinlenir bir kayıt ve düzenleme duymak istedim ve ses kayıt ekipmanı aldım “Bu benden çıkmalı artık!” diyerek. Sonra başka şarkılar da gelmeye başladı. “a break. silence”ın oluşumu ise tam tersine uzun bir zaman dilimine yayıldı. Sanki biriktirdim şarkıyı. 

Bir EP yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve A Break. Silence’ın oluşumu nasıl gelişti? A Break. Silence ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-“Hope fools me, dear” ve “a break. silence”ın birbirini destekleyen iki şarkı olduğunu düşünüyorum. İçinden çıkılmaz hissettiren döngülere konuşarak bir “break” özleminden bahsediyor ikisi de. Buna kaçış da diyebiliriz, bir ara/boşluk olarak da yorumlayabiliriz. Ayrıca “Bitti!” demeye hazırdım ikisine de ama paylaşmak çok farklı bir şey tabii. Bu noktada abimin ve arkadaşlarımın ittirmesinin epey etkisi oldu. İlk düşüncem konforlu bir alan gibi görünen SoundCloud’a koymaktı pek bir şeyle uğraşmadan. Fakat artık çoğumuzun müzik dinleme kanalının Spotify olduğunun farkındayız. Kafamda paylaşmayı çok büyütüp ara ara krize giriyordum, sonuçta kendimi açıyorum ve acımasız şeyler de duyabilirdim. Ama zaten karar verirken beynim birkaç kriz anına ihtiyaç duyuyor genelde… Bu noktada paylaşma motivasyonumu ve paylaşmaya hazır olup olmadığımı düşündüm epey. Herkesçe ulaşılabilir olması herkesin ona maruz kalacağı anlamına gelmiyor. Temelde kendimi kendime anlatma çabası olsa da bu çabayı dinlemeyi tercih eden insanlar olması fikri benim için iyileştirici olabilir diye düşündüm. Hem de bakarsın birileri kendilerine dair bir şeyler bulur bu müzikte. Benim de birçok çözülmeyi müzikte bulabildiğim gibi. Bu ihtimal için aldığım risk pek de bir şey değildi düşününce. Karar verdikten sonra Spotify dünyasını iyice araştırıp, imkanlarım dahilinde ne yapabiliyorsam yapmaya çalıştım. Doğum günümü de çıkış tarihi yaptım, tatlı bir karar oldu. O zamanlar kapanma vardı, sadece bana değil çevreme de heyecan oldu, ve gerçekten onların desteğini çok hissettim. Bu arada çok yakın arkadaşım olan Barış da bu şarkıları destekleyen harika gifler hazırladı. Tepkilere gelirsek “hope fools me, dear” tahminimden çok fazla sevildi ve paylaşıldı, inanılmazdı. Mesela biri şarkıyı çok sevmiş ve Gülşah Güray’a yollamış Radyo Eksen’deki sabah programında çalması için. Programı yakalamak için erkenden uyanmaya çalıştım, yorgan altında gözüm yarı açık bir şekilde radyoda çalan şarkımı dinliyor olmak çok tuhaf (iyi tuhaf) bir duyguydu. Bir de ardından çok değerli şeyler söyledi, hissettiğim şey neydi bilmiyorum. Bulutlu ve yoğun bir andı benim için. Uyandım tabii artık. “A break. silence” için de çok değerli tepkiler geldi. Ama bunlar içinde en hoşuma giden abimin ara ara sözleri kendince uyarlayarak şarkıyı mırıldanması olabilir. Bir de bir arkadaşım “Şarkıların aracılığıyla seni tanıyorum!” demişti. Bundan daha anlamlı bir yorum düşünemiyorum. Spotify’ın istatistiklerine bakmak da epey komik oluyor, şarkıların tam anlamıyla senden çıkıp kendi kendine dolaştığını görüyorsun karşında.

En son “Portakalın Ölümü”nü yayınladınız. Portakalın Ölümü‘nün oluşumu nasıl gelişti? Portakalın Ölümü ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Geçen yazın sonlarıydı. Çocuk Öykü’yü çok düşünüyordum, geçen zamanı ve değişen/değişmeyenleri. Gagam (eniştem) bana küçüklüğümden beri “portakal çiçeği” der. Sözler oradan çıkmaya başladı. Sıkışmış, çözülmesi olmayan bir şarkıya niyetlendim, Portakalın Ölümü oldu. Kuzenim Barış’a (Demirel) dinlettim, şarkıyı sevdi ve beni oldukça destekledi paylaşmam konusunda. Şarkının mix & masteringini onun aracılığıyla Metin Kahyaoğlu yaptı. Paylaştıktan sonra duygulu tepkiler aldığımı söyleyebilirim, sanırım farklı bir yakınlık hissini doğuruyor müzik, enteresan karşılaşmalar oluyor. Epey de az dinlendi aslında şarkı, şevkim kırılmıştı hatta o zaman. Bir karşılaştırma psikolojisine girebiliyor insan istemeden belki ama o kadar çok faktör var ki. Sonra kendime böyle bir ağırlık yüklemem gereksiz geldi. Çıkarımlarımı yaptım, yola devam diye umuyorum. 

Diğer yandan düzenlemelerinizi de kendiniz yapıyorsunuz. Bu bağlamda bu durum size özgür bir alan sağlıyor mu?

-Yani evet, yetilerim ve olanaklarım burada artık kendini çok hissettiren bir sınır o yüzden özgür hissediyorum diyebilir miyim bilemedim ama sonuçta kararları ben alıyorum ve duymak istediğim şeye elimden geldiğince yaklaştırmaya çalışıyorum. Daha “ben” bir alan sağlıyor diyelim. Kimi için bu özgürlük olabilir.

Bununla birlikte müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturuyorsunuz. Müziğinizi bağımsız olarak dinleyicilerle buluşturmanın sizce bir müzik firması aracılığıyla buluşturmak arasındaki fark nedir? Artıları, eksileri nelerdir?

-Artısı şu ki bir kalıp yok, esnek ve kendi zamanında ilerleyebiliyorsun ve sana bir deneme alanı sunuyor. Eksisi ise her şeyiyle sen uğraşıyorsun (bu gerçekten epey yorucu) kıyasla çok çok az insana ulaşıyorsun, tanıtım denen şeyin ağırlığını fark ediyorsun. Bir de aldığın kayıt pek tatmin etmiyor. Yani aslında akustiği pek de iyi olmayan odamda değil de stüdyo ortamında kayıt alsam muhtemelen belirli bir tatminim olurdu yine de. Fakat ben şu an hiçbir yayınladığım şarkıyı açıp dinleyemiyorum, duyduklarım kusurlar oluyor sadece. Dolayısıyla sanırım beni en çok rahatsız eden durum bu. Aslında bağımsızlıktan memnunum ama tek başınalık bir yere kadar gibi. Müziğin zenginleşmesini ve farklı şeyler denemeyi istiyor insan. Tabii bu arada hayatımda müziğin etkisi çok olsa da ben müzisyen olduğumu sanmıyorum. Zaman zaman şarkı yazan, söyleyen biriyim. Başka başka uğraşlarımın olması ve para kazanma kanalımın müzik olmaması gibi faktörler de bana bir derece konforlu bir alan sağlıyor. Ama odağımı da oldukça dağıtıyor. Bakalım, bu belki de her zaman böyle kalmayacak.

Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

-Konuşamadıklarım, diye tanımlayabilirim sanırım.

Ayrıca çeşitli şarkıları yorumlayıp YouTube sayfanızda yayınlıyorsunuz. Sizce YouTube, yorumlarınızı duyurmada etkili mi?

-Epeydir yayınlamıyorum ama kesinlikle “cover”lar konusunda etkili. Bu şekilde tanınmış da birçok insan var. Belki ben de buna iyi bir mesai harcamış olsam şu an az da olsa belirli bir dinleyici kitlem oluşmuş olurdu diye düşünüyorum ki bu kadar az paylaşım yapmama rağmen tahminimin üzerinde bir şekilde birilerinin aklında kalmışım, bunu fark ettim. Papatya yorumum vardı, o çok tatlı tepkiler aldı mesela. Bir de performans faktörü var o videolarda, bu da çok farklı bir boyuta taşıyor dinleyicinin müzikle kurduğu ilişkiyi sanırım. Yaptığın müzik ifadenle, salınışınla, kurduğun sahneyle ve mekanla olan ilişkisiyle de var oluyor artık. YouTube da sanırım bunun paylaşımı için şimdilik en elverişli platform.

Portakalın Ölümü’nden sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı? 

-“Var” diyebilmek güzel. Önümde Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı masterı var şimdi, ona odaklı olacağım bir süre gibi duruyor. Yakın zamanda da, “Portakalın Ölümü” ile biraz bağlantılı olduğunu düşündüğüm bir fotoğraf kitabı çalışmam var, o ortaya çıkabilir. Bununla beraber halihazırda kaydettiğim iki şarkı bana göz kırpıyor. Birini sene bitmeden paylaşmak çok istesem de istediğim hale getirmem mümkün olmuyorsa (görsel malzemeleriyle beraber) erteleyeceğim. Üzerinde ara ara çalıştığım ama odaklanacak vakit bulamadığım şeyler de öylece beklemede.

Öykü Önal’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Portakalın Ölümü”nü tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.