Son dönemde dinleyicilerle buluşan başarılı çalışmalardan biri de, uzun zamandır çeşitli sanatçı ve orkestralarla çalışan, müziğin eğitiminden gelen, bununla birlikte Ünal ile yaptığı October ve In Another Life ile tanıdığımız Öykü Dörter’in WediaCorp Music etiketiyle yayınladığı ilk teklisi Keşke oldu. Müzisyen bir aileden gelen Dörter ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklisini ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle Keşke’ye kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?
-Müzikle iç içe büyüdüm ben. 5 yaşımda piyano çalmaya başladım. Daha okuma yazmam olmadığı için notaları şekil ve resimlerle öğreniyordum. Yaşım ilerledikçe, babamla beraber müzik yapmaya başladık ve sadece kendimiz için, klasik müzik bestecisi Armağan Durdağ’ın stüdyosunda kayıtlar yaptık. Daha sonra Alman Lisesi’nde eğitim gördüğüm sırada farklı etkinliklerde solistlik yaptım. Bunların bazıları Alman Konsolosluğu tarafından düzenlenen etkinliklerdi. Asıl, gerçek sahne tecrübemi ise Koç Üniversitesi Orkestrası’nda solist olduğum sırada, Kerem Görsev, Şenova Ülker ve Kenan Doğulu gibi müzisyenlerle beraber müzik yaparak kazandığımı söyleyebilirim. Bomontiada, IF Performance Hall Beşiktaş gibi farklı yerlerde sahne aldım. Mezun olduktan sonra UCLA’de müzik bölümüne başvurdum ve kabul almamın üzerine Los Angeles’a gittim. İçimde bu işin hem kreatif hem de işletme tarafını öğrenecek olmanın getirdiği heyecan vardı. Çok iyi hocalarım oldu. Platinum ödüllü Anika Paris ile vokal ve sahne teknikleri üzerine çalışma fırsatım oldu ve yine Platinum ödüllü cazcı Mark Winkler’dan beste dersleri aldım. Mark ile hala Skype üzerinden görüşüyorum ve albümlerinin online PR’ının yapılması sürecinde yardımcı oluyorum. Bir de oradayken farklı caz klüplerinde sahne alarak hem yeni bestelerimi seslendirdim hem de ciddi bir sahne tecrübesi kazandım. Şimdi İstanbul’dayım ve ilk tekli çalışmam olan Keşke’nin çıkışının ardından albüm çalışmalarıma devam ediyorum.

Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve Keşke’nin oluşum süreci nasıl gelişti?
-Eğitimimi tamamlayıp İstanbul’a döndüğümde korkunç bir yaratma açlığım vardı. Bu zamana kadar müzikten beslendiklerimi ortaya dökmek istiyordum ve başka müzisyenlerin bestelerini coverlamak beni tatmin etmemeye başlamıştı. Benim içimden bir parça herkesçe duyulsun istiyordum. Bir de o süreçte ciddi sağlık sıkıntılarıyla uğraşıyordum ve endişelerimin durulduğu tek yer piyanonun başıydı. Aynı anda birden fazla şarkıyla cebelleşiyordum ve bu bir nevi terapi oldu benim için. Yazdıkça özgürleştim. Ben hep keşkeleriyle yaşayan bir insanım, bu yüzden bu konu hakkında yazmak istediğimi biliyordum. Yaşadığım bir kalp kırıklığını yansıttım sözlere. Sonra babam Can Dörter ve aranjörüm Onat Artun ile beraber parçanın üzerinde çalışmaya başladık. Bölümlerin yerlerini değiştirdik, devamlı yükselen dinamik bir yapı kurduk, yirmiden fazla vokal kaydı girdik ve operatik kısmı oluşturduk. Onat yine kendi yaptığı elektronik alt yapının üstüne yaylıları kurguladı ve babam operatik vokal kanallarını girdi. Miks ve mastering için parçayı duayen Doruk Somunkıran’a teslim ettik. Klibi ise Londra’da kuzenim Bige Targıt ile çektik ve inanılmaz bir iş çıkardı ortaya. Bu şekilde doğmuş oldu Keşke.
WediaCorp Music ile yollarınız nasıl kesişti?
-Tamamen tesadüf eseri oldu aslında. Ben zaten Keşke’yi çıkarmaya karar vermiştim ve bu zamana kadar herhangi bir plak şirketi ile anlaşmadığım için bağımsız bir şekilde ilerleyecektim. Çıkış tarihine bir hafta kala müzisyen kuzenim Levent Dörter ve Dilan Çıtak Tatlıses ile görüştüğümde bana WediaCorp Music’ten bahsettiler. Onlar sayesinde yolumuz kesişti diyebilirim. O hafta WediaCorp ile bir toplantı yaptık ve bu proje hakkında duydukları heyecan beni inanılmaz motive etti. Böylece beraber çalışmaya karar verdik.

Düzenlemenizi ve prodüksiyonunuzu üstlenen Onat Artun ile yollarınız nasıl kesişti?
-Babam İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğretim görevlisi, Onat ise onun öğrencisiydi. Beraber müzik kulübünü kurup iki başarılı müzikal ortaya koydular. Bizim tanışıklığımız da bu şekilde oldu. Sonrasında görüşmeyi hiç bırakmadık. Hem yakın bir dostum hem de sonsuz güvendiğim bir müzisyen oldu kendisi. Sezer Bağcan tarafından yetiştirilmesi, film, dizi ve tiyatro müziği tecrübesi, geniş vizyonu, daimi mütevaziliği ve üstün yeteneği yaptığımız/yapacağımız tüm işlerde görülebilir bence. Beraber çalıştığımız için çok şanslıyım.

Keşke ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Kulağa ne kadar klişe gelse de beklediğimden daha güzel geri dönüşler aldım. Çıkışı oldukça sıkıntılı bir zamanda oldu. İçinde bulunduğumuz korkutucu salgın süreci hayatın her alanını etkilemeye başlamıştı. Kapalı kapılar arkasında yalnızlaştığımız bu zamanda Keşke’yi çıkarmak, çoğu kisiye göre oldukça riskli bir hareketti. Henüz ilk şarkım olduğu için kolayca göz ardı edilebilirdi. Buna rağmen ertelemek istemedim. İyi ki de ertelememişim. Tanıdığım, tanımadığım herkesten o kadar güzel yorumlar aldım ki. Keşke’yi kendi yaptıkları playlist’lere ekliyorlar, yakınlarıyla paylaşıyorlar ve herkesin her şeyi doğrudan yargılamaya yatkın olduğu günümüz dünyasında beni hiç tanımamalarına rağmen birbirinden güzel mesajlarıyla destekliyorlardı. O kadar harika bir his ki içinizden bir parçanın başkalarına dokunması. O hissin her türlü strese değdiğini söyleyebilirim. Bir de herkesin bir şekilde neşeye, yeniliğe ihtiyaç duyduğu bu zorlu süreçte böyle bir geri dönüş almak bana bir nebze de olsa iyi hissettirdi. Dinleyenlerin de birkaç dakikalığına da olsa gündemden uzaklaştıklarını, keyifli zaman geçirdiklerini umut ediyorum ve herkese buradan tekrar kocaman teşekkür ediyorum.
Ayrıca 2018 ve 2019’da Ünal ile iki düet tekliniz oldu. Ünal ile yollarınız nasıl kesişti ve iki tekli ile ilgili dinleyicilerden nasıl geri dönüşler aldınız?
-Yine tamamen tesadüfiydi. Ünal New York’da yaşayan çok yetenekli bir besteci ve aranjör. Los Angeles uçağına bindiğim gün bana mesaj attı, üstelik Amerika’ya taşındığımı bilmeden. Besteleri için hem Türkçe hem İngilizce’ye hakim bir vokal arayışındaymış ve Instagram hesabıma rastlamış. Sonrasında buluştuk ve beraber çalışmaya karar verdik. Oldukça güzel yorumlar aldık ve ikinci projesindeki vokalleri de bana emanet etti.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-Bir tür vermem gerekirse çağdaş R&B ve pop diyebilirim. Stevie Wonder, Aretha Franklin, Etta James gibi müzisyenleri dinleyerek büyüdüm. Yaptığım şarkıların içinde opera, caz, soul, blues, gospel ve daha bir çok farklı türe rastlayabilirsiniz. Neyi dinliyorsam ve beni etkiliyorsa onu yansıtmaya çalışıyorum. Sözlerse tamamen kendi deneyimlerimden. Duygusal bir insan olduğum için belki de bazı insanların üstünde bile durmayacağı küçük detaylardan çok etkileniyorum ve bunları yazdıklarıma yansıtmaya çabalıyorum.

Keşke’den sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Şu anda bir şarkımız yapım aşamasında. Evden çıkamadığımız için stüdyoda kayıt almak imkansız olsa da beste yapabilmek için ciddi vaktim oldu. Yine farklı türlerden besleniyoruz. Şu an Gospel korolarının gösterilerini izliyorum, o enerjiyi besteye nasıl katabileceğimi çözmek için. İçinde bulunduğumuz bu sürecin ne zaman biteceğini ben de herkes gibi kestiremediğim için, belirli bir tarih veremiyorum ama yakın gelecekte çıkmasını istediğim iki şarkım olduğunu söyleyebilirim.
Öykü Dörter’e bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Keşke”yi tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle