Edebiyat

Okuduklarım: Héctor Abad Faciolince – Nisyan (Livera)

Kolombiyalı yazar Héctor Abad Faciolince ismini ilk olarak yine Livera Yayınları’ndan yayınlanan romanı “Angosta” ile duymuş ve buradaki tasvir ettiği distopik şehir Angosta üzerinden çok zengin ve günümüze de akıllıca referanslar veren bu romanı beğeniyle okumuştum. 2024’ün ilk aylarında ise bu sefer kendi hayatını; daha doğrusu babasının üzerinden anlattığı kendi hayatını anlattığı 2006 çıkışlı “Nisyan” Livera Yayınevi’nden ve Angosta’da olduğu gibi Banu Karakaş çevirisiyle okurlarla buluştu. 2020 yılında filme de alınan romanda küçük oğlan çocuğunun, Héctor’un gözünden başlar her şey. Evde rahibe bakıcı vardır ama kendi ailenin tek erkek çocuğu olduğundan dolayı diğer ablaları da anne gibidir. Tüm mahalle demiş olduğu üzere Abad işgali altındadır, bütün akrabalar oradadır. Babasını çok seven çocuk, kendi gözünden babasına olan tutkusunu anlatır. Babasının ayinlere katılmadığı için cehenneme gideceğini inanmadığını söylendiği zaman cehenneme gitmek isteyecek kadar… Çocuklarını hem maddi hem de manevi olarak özgür bırakan, hatta karısı bağlamında saf bulunan bir öğretmen. Öğrencilerinin kapısında kuyruk olduğu ama genellikle borç istediği ve borçlar geri gelmese bile kafayı takmayan bir adam. Öte yandan tıp fakültesinde çalışması çocuğun da dikkatini çeker. Çocuk bir ölü görmek istese bile babası buna izin vermez. Öte yandan bazı konularda eksikleri olan çocuk, babasının sabırlı öğretmesiyle klavyeyle yazı yazmayı öğrenir. Öte yandan babasının bu yazdıklarımı yanmayacak olmasının hüznünü şöyle anlatır: “Yazdıklarımın neredeyse hepsini bunları okuyamayacak biri için yazdım ve bu kitap da yine bir gölgeye yazılmış bir mektuptan başka bir şey değil.” (s. 26) Arkadaşlarının bile özendiği bir baba. Ama tabii ayrımcı bir davranış gördüğü zaman hemen öfkelenen bir baba. Çocuk bir sürü psikolojisi ile bir Yahudi evini taşlamaya kalkınca çocuğu adama götürerek özür dilemesini isteyen bir baba. Öte yandan dedesini de gözlemleyen yazar, onun kişiliğini ve oğluyla olan çatışmalarını da esprili bir dille anlatır. Ayrıca yazar da diğer Kolombiyalı çocukların onlar kadar mutlu olmadığının farkındadır. Yazar aynı zamanda babasının bir doktor olarak çevreye olan duyarlılığını hatta bununla ilgili bazı kampanyaları yürüttüğünü de anlatır. Hatta bir politikacının onu bundan dolayı bir Marksist olarak nitelendirmesi ve onun gibi yakıştırmaları hatta suçlamaları babasının gülerek karşılaması unutamadığı bir anı olarak kalmıştır. Ama babasını güldürmeyen tek suçlama, Medellín Başpiskoposluğu’nun onun aleyhinde yapılan ve başpiskoposun imzasını taşıyan bir açıklama olmuştur. Tam da bu noktada yazar, annesinin dönemin Medellín Başpiskoposu’nun yeğeni hatta neredeyse kızı gibi bilindiğini söyler ve bu doğrultuda o bildiriyi imzalamasının hem annesi hem babası için üzücü bir durum sayıldığından üzerinde durur. Nitekim artık yaşlanmış olan başpiskopos, damadının görüşlerine katılmasa bile bilinçli bir şekilde öyle bir belgeyi imzalamayacak olduğu halde bilmeden imzalanmasından dolayı istifa etmiştir. Onun hatırası vesilesi ile oranın diğer zengin aileleri gibi pek çok rahibeyle birlikte yaşadıklarını anlatan yazar, annesinin mesleki kariyerini, ofisini de aynı babası gibi bilinçli bir bakış açısıyla yönettiğini, hatta annesinin feministliğini anlatır. Öte yandan dönemin dini ve sosyo politik yapısını da annesiyle babasının anıları üzerinden anlatıyor. Soyağacı üzerinden de az çok ilerleyen bağlamda Kolombiya’nın belli bir dönemini anlatan yazar, annesi ve babasının evlenmesi konusunda da şu örneği vererek durumu özetler: “(…) çünkü muhafazakar kökenli bir kızın böyle bir liberalle evlenmesi Montague ile Capulet’lerin ittifak yapması gibi bir şeymiş.” (s.81)

Babası doktor olarak sadece bireysel hastalıklarla değil, aynı zamanda Kolombiya’nın yoksulluk ve eşitsizlik gibi süregelen “hastalıkları”nı da iyileştirmeye çalışmıştır. Babasını trajik bir şekilde kaybetmesinin bir yüzleşmesi haline gelen romanda yazar, Kolombiya’daki yaşanan savaş ve ahlak anlamındaki krizi de bu bağlamda inceliyor. Yazarın kişisel deneyimlerini, bir ulusun tarihî gerçeklikleriyle harmanlayarak aktarması, eseri hem dokunaklı hem de öğretici kılar. Bu kitap, yalnızca Kolombiya’nın yakın geçmişini anlamak isteyenler için değil, aynı zamanda sevgi, adalet ve insan hakları gibi değerleri derinlemesine düşünmek isteyenler için de yer yer sarsıcı ancak unutulmaz bir roman olacaktır.

Emre Siyahoğlu

Her şey müzikle başladıysa da bir yandan sinema meraklısıydı, bir ara edebiyata yöneldi, sonra yine müziğe döndü ve şimdi her üç alanda da yazılarını Bi'Kuble'de paylaşıyor.

Yorum Ekle

Yorum Yap