Röportajlar

Yeni albümü “TOV / Tohum”u dinleyicilerle buluşturan Rewşan ile bir röportaj…

Zaman içinde pek çok orkestra ve grupta yer alırken bununla birlikte sahne önünde solist olarak da özellikle Kürtçe yorumlarıyla beğeni kazanan Rewşan, 2018 yapımı ilk albümü “Ax Lê Wesê” sonrası 4 tekli yayınladı ve 2020’nin ilk günlerinde, Kürtçe derleme ve bestelerin yanı sıra kendi bestelerinden oluşan Hakan Gürbüz’ün müzik direktörlüğü ve Coşkun Karademir yapımcılığındaki ikinci albümü “TOV / Tohum”u CK Music Production etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. Rewşan ile Bi’Kuble için müzik yolculuğunu, yeni albümünü ve gelecek çalışmalarını konuştuk.

Öncelikle TOV’a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?

-Aslında ilk albümüm “Ax Lê Wesê” ye kadar geçen zamanda müzik eğitimine ağırlık verdim diyebilirim. Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nin kurs bölümünde müzik eğitimi aldım. “Müzikal anlamda nasıl gelişirim, daha neler öğrenebilirim?” diye düşünüyordum. Çaldığım enstrümanın etüdleriyle cebelleşiyordum, armoni, keman ve viyola eğitimi aldım. Bağımsız olarak kurulan bir takım orkestralar oldu. 2009 yılında İstanbul Film Müzikleri Orkestrası’nın 6 kişilik kurucu ekibinde yer aldım, o ekiple pek çok konser verdik. 70’e yakın müzisyen vardı, senfoni orkestrası gibiydi. O arkadaşlardan triolar, quartetler çıktı, neredeyse tamamı konservatuvar eğitimi almıştı. Fakat 6 sene direnen orkestra, ülkedeki halihazır destek bulamayan sanat faaliyetleri nedeniyle ayakta kalamadı. Bir dönem Çağdaş Müzik Topluluğu’nda çalıştım, öncesinde Akustik Moods adlı duo bir projemiz vardı. Bu tecrübelere hep müziği tatma, koklama olarak bakıyordum. 2015’e geldiğimizde Vartkes Keşiş ile bir proje vasıtasıyla tanıştım. Türkiye’deki ilk Ermeni Rock grubu Keops’un (sonradan Horizon oldu) kurucusu. Benim de müzikal bir arayış içinde olduğum bir dönemdi. Klasik müzik dışında da müziği duyumsamak istiyordum. “Bir rock grubunda kendimi kemanımla nasıl ifade edebilirim?” gibi. Sonra birkaç konser verdik ve grubun solisti -ki çok iyi bir sesti-, gitaristle anlaşmazlık yaşayıp ayrılınca, grup dağılır gibi oldu, vokal arayışına girdik ve sonunda grubu sıcak tutmak için vokal bulununcaya kadar yeniden bir arada olma kararı alındı. Provalarda şarkılara bir şekilde birinin eşlik etmesi lazımdı. Vartkes eşlik ediyordu ve ben de ona geçici bir süre (sadece provalarda) şarkıları söyleyebileceğimi belirttim. Şarkıları bir şekilde ezberledim, repertuvar oluştu ve Beyoğlu Hayal Kahvesi’nden konser için teklif geldi. Ben aslında kemancı olarak kalmak istediğim ekipte, yeni vocal bulunamadığı için konseri kabul etmek zorunda kaldım. Bir şekilde sesimi farkettiler ve sahneyi kotarabileceğime inandılar sanıyorum. Sahnemiz ilgi gördü. Repertuvarımızda grubun kendi bestelerinin yanında Ermenice, Lazca, Yunanca, Arapça şarkılar vardı. Ben içine Kürtçe de eklemeye başladım. Çok güzel bir konser grubu olduk. Sonra Vartkes’in “Tek Başına” eserini kaydettik, küçük de bir klip yapıldı. Ben de o arada hem Bahçeşehir Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimi alıyorum, yüksek lisans yapıyor ve tez yazıyordum. 2 yıl kadar bu grupta vocal ve kemancı olarak yer aldım. O dönemde İran’dan bağımsız bir sinema filmi teklifi aldım. Suriyeli göçmen müzisyenlerin İstanbul’da hayata tutunma çabası üzerine. Hem oyuncu hem de müzisyen olarak casta alındım. Hazırlık sürecinde kaydedilmesi gereken bir şarkı vardı. Dalganabak grubundan birkaç müzisyen casta dahil edildi, bir şarkı kaydetmemiz gerekiyordu, sponsorlar için o konsepte uygun bir fragman yapmamız lazımdı. Biz de yönetmen Touraj Aslani ile “Sari Sirun Yar”ı çektik. O klip acayip sevildi, dinlendi… Ermenice bir şarkı. Bu dönemde solist tarafımı ağırlıklı olarak keşfettim. Sahnede solistliği seven, kendini iyi ifade ettiğine inanan ve orada mutlu olan bir Rewşan gördüm. Solist olma penceresi daha da belirginleşiyordu, çevremden aldığım olumlu geri bildirimlerle de besleniyor ve cesaret buluyordum. Ancak o dönemde Horizon’daki Rock soundu bana biraz sert gelmeye başlamıştı. Sanırım şarkılarda daha naif bir duyuma yönelik, dantel gibi işlenen, hikayeye odaklanan bir müzikal arayışım vardı. O noktada ayrışmaya başladık ve kendi aranjelerim üzerine odaklanmaya başladım. Ukulele ve kemanla yapmaya başladığım çalışmalarda elbette Vartkes de hep yol arkadaşımdı, Hakan Kaya perküsyonuyla eşlik etti. Trio şeklinde bir ekip kurduk. O dönem aldığım bir ses cihazıyla yaptığımız Kürtçe ve Ermenice geleneksel şarkı düzenlemelerini video olarak kaydetmeye başladım, bir YouTube kanalı açtım, paylaştığım şarkılara gelen geri bildirimler şahane oldu. Tınıyı sevdiler… Tüm teknik kusurlara rağmen çok naif bir yerde duruyor o çalışmalar. Benim açımdan zordu elbette. Çünkü bir ya da iki sefer kayıt şansı vardı. Stüdyo imkanı yok, eşlik eden gezgin müzisyen arkadaşlarım bugün var yarın yok. 8 tane şarkı kaydettim bu şekilde ve bütün bunları bir albümde toplayıp Los Angeles’da şirketi olan bir arkadaşım vesilesiyle dijital platformlarda yayınladım: “Ax Lê Wesê/2018″. Sonrasında güzel geri bildirimler geldi. Yurt içi ve Avrupa’da konserlerimiz başladı. Ekibim genişledi, çellist Hazal Akkerman dahil oldu, Hakan Gürbüz basıyla geldi. Ardından 4 adet tekli yayınladım. Kendi yolumu bulduğum bir süreç oldu. Bu süreçte pek çok şeyi biriktirebildiğimin farkında değildim ve biriktirdiklerim ile birlikte TOV albümüne kadar giden süreç gelişti.

TOV’un oluşum süreci nasıl gelişti? Bu bağlamda CK Music Production / Coşkun Karademir ile yollarınız nasıl kesişti?

-TOV, “tohum” demek. Tohum albümünün repertuvarında yer alan eserlerin seçilmesi 4 yıllık bir süreç içinde oldu; mesela “Bavê’m” dört sene önce yazılmıştı. Ancak son bir senede biifiil çalıştık, aranjör olarak Hakan Gürbüz ile çalışmaya karar verdim, sound tasarımı bakımından uzun görüşmelerimiz oldu. Sevgili Coşkun Karademir ile de çalışmayı özellikle şu bakımdan istedik; Coşkun hem çok önemli bir müzisyen, hem de yapımcı olarak çok önemli işlere imza atan bir gönül insanı. Vizyon bakımından yurtdışı labellarla güzel birliktelikler, projeler ortaya koyan, dünya müziğine dönük bir yüzü var. Mahsa Vahdat ile ortak bir albüm yapmıştı Norveç’te; “Endless Path”. Bu bağlamda CK Music Production albümü yayınlayacak öncelikli firmamız oldu. Bizim yaratmaya çalıştığımız sound dünya etnik müzik festivallerinde çalmak üzerineydi. Sorularımız vardı: “Anadolu, Mezopotamya, Kürt ve Ermeni coğrafyasındaki müzikal zenginliğin yurtdışında tasarımı nasıl olmalıdır?” “Bu şarkıları tasarlarken hem doğu hem de batı enstrümanlarıyla nasıl sentez yaparız? “Bu eklektik yaklaşımla kendimizi “World Music” kategorisinde ifade edebilir miydik?” bu soruların cevaplarının arayışındaydık. Bu anlayışa en yakın kişi Coşkun Karademir oldu. Sağ olsun bize ön ayak oldu, şahane rehberlik etti ve etmeye devam ediyor. Umarım önümüzdeki dönemlerde de beraber projeler yapmaya devam edeceğiz. Albümün onun yapımcılığında çıkmış olması da mutluluk verici bir şey.

Albümde size başarılı bir müzisyen kadrosu eşlik ediyor. Bu kadro nasıl bir araya geldi?

-Müzik bağlamında hayal ettiğin soundu çalacak kişiyi bulmak müzik direktörünün tasarrufunda olan bir şey. Kadroya karar verme süreci, müzik direktörüm Hakan Gürbüz’ün kararlarıyla gelişti. Cenk Erdoğan, Coşkun Karademir ve Ömer Arslan işlerinin ehli ve uzun yıllara dayanan bir doslukları vardı müzik direktörümle. Bu albüme sazlarıyla, fikirleriyle, yürekleriyle büyük bir katkıda bulundu her biri, ne kadar teşekkür etsem azdır.

Albüm fiziksel CD olarak da yayınlandı. Albümün CD olarak yayınlanması sizin mi yoksa firmanızın tercihi miydi?

-Buna beraber karar verdik. Son süreçlerde insanlar fizikseli tercih etmiyor. Ancak bu albümün biraz daha kalıcı ve somut olması gerekiyordu. Bu konuyu önemsiyordum ve aslında benim yönlendirmem biraz baskın oldu bu konuda diyebilirim. Albüm, İstanbul Mephisto’larda, İstiklal’de Medya Kitabevi’nde ve dünyanın her yerinden online satış sitesi Opus3A’da CD olarak yerini aldı.

Albümde aynı zamanda derlemelere de yer verdiniz. Bu derlemeleri nasıl keşfettiniz?

-Bu derlemelerden bir tanesi, 1955 yılında Erivan Radyosu kayıtlarında yer alan “Yar Bêzarê” idi. O dönem bu eserlerin derlenmesi şöyle oluyormuş; dönemin dengbejleri zor koşullarda köylerinden Erivan’a getirilip, kıymetli bir sanat aşığı aile olan Casimê Celil”in evinde bir iki gece konaklar, ev provası alınır, sonra Erivan Radyosu’nun 1-2 saat için izin verdiği stüdyolarında sesleri kaydedilip gönderilirmiş. Mesela bu eseri o zamandan bu yana kimse kaydetmemiş, 65 yıldır söylenmemiş, hiçbir sanatçı kendi albümünde okumamış. Erivan ve Bağdat radyosunu çocukluğumdan beri bilir, dinlerim. Bizim evde söylenen ve zaten yüreğimde olan eserlerdir hepsi. Ben de “Yar Bêzarê”yi “Bugüne nasıl uyarlayabilirim, bugün nasıl dinlenilir hale gelir?” düşüncesiyle albümümde yer verdim. Bir eseri aynı şekilde söylerseniz yine geleneğin devamı olur elbette, ama benim iddiam geçmişi aynı biçim ve formuyla (ki çoğu zaman into, ara solo, outro yoktur bu eserlerde) kopyalamak değildi. O eserin yüreğimdeki tezahürünü yansıtmaktı. Bence her ikisi de kıymetli; noktasına virgülüne dokunmadan söylemek de, başka bir intro yazıp farklı enstrümanlarla -mesela gitar gibi- ara sololarla destekleyerek bambaşka bir sounda imza atmak da… Çünkü müzik, canlı kanlı yaşayan, nefes alan bir şey. Ayrıca biz, 1955 yılındaki dengbejin sesinden dinlediğimiz o anonim eserin kökenini biliyor muyuz? Acaba o eser üçyüz yıl önce de öyle mi söyleniyordu? 55’te kayıta giren dengbej hiç mi kendi yorumunu katmamıştı? O nedenle ben de eseri o dengbej gibi ruhumun süzgecinden geçirerek yeniden kaydediyorum.

Bir müzisyen olarak sizi sahnedeki sanatçıya ya da orkestraya eşlik etmek mi yoksa sahnede önde kendi eserlerinizi seslendirmek mi daha mutlu ediyor?

-Bu bazen değişiyor. Bazen solist olmak bütün sorumluluğu üstlenmek; sahnede iyisiyle kötüsüyle ortaya çıkan her şeyin mesulü olmak mutlu ediyor, bazen de diyorum ki “Eskiden ne kadar rahattım, arkadaki kemancıydım, sazımla ilgileniyor ve partisyonum gelince çalıyordum!” (gülüyor) Tabi bazen o rahat günlerimi özlemiyorum desem yalan olur. Ama bir solist olarak önde olmak… Tabi ki seyirciyle kurulan o interaktif bağla ruhen acayip bir yükselme hali oluyor ve müziği zerrelerime kadar hissettiğimi idrak ediyorum. O anda “İyi ki şarkı söylüyorum!” diyorum. Yani bazen oradayım, bazen de burada…

Rewşan, Coşkun Karademir ve Hakan Gürbüz.

TOV ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?

-Güzel geri bildirimler geliyor. Özellikle yaratılan sound ile ilgili, doğu ve batı enstrümanlarının uyumlu beraberliği, doğru bir sentezin yaratıldığı yönünde geri dönüşler var. Genel anlamda insanların ilgisinden memnunum, olması gerektiği gibi. Albüm artık kendi yolunda… senden çıkıyor ve artık sen de dışarıdan izleyen birisi oluyorsun. Gelen yorumları olumlu veya olumsuz üstüme almamaya çalışıyorum. Ne demişler, övgüye sevinirsen, yergiye üzülürsün. TOV artık ortada, meydanda ve çırılçıplak… Benden çıktı, şimdi onun hikayesini dinliyorlar! (Gülüyor) Ne varsa TOV’da var.

TOV’un düzenlemeleri, aynı zamanda eşiniz olan müzisyen Hakan Gürbüz’e ait. Eşinizle birlikte çalışmak, size müziksel anlamda ortak kararlarda özgür bir alan sağlıyor mu?

-Bizim Hakan ile şöyle bir sürecimiz var. Özellikle müzisyenlik konusunda iki insan birbirine çok güvendiği vakit, özgür bir alan yaratmak çok daha rahat yol kat ettiğimiz bir mevzuya dönüşüyor. O benim müzisyenliğime, şarkı seçimime, benim şarkıların hikayelerini edebi olarak kurgulamama güveniyor ve bu da onun işini kolaylaştırıyor. Hakan bana en başta şunu söylemişti “Rewşan, senin müziğinde bir Norveç -Kuzey- tınlıyor!” Sonra bunu “World Music” kategorisinde nasıl geliştirebiliriz düşüncesine girdik. İki müzisyen böyle bir sohbet geliştirdiği zaman; şayet değişim için kapalı değilsen ve böyle bir yolculuğa çıkmakla ilgili bir anksiyete yaşamıyorsan, yol alıyorsun… Sevdiğinle yolculuğa çıkmak, bu muhteşem bir şey… Hakan ile bu yolculuk çok olağanüstüydü. Onunla eş olmanın haricinde iki iyi dost olarak bir ekip çalışmasına girdik. Kurduğumuz yoldaşlık büyüdü, kümelendi ve çember böylece diğer müzisyenler ile büyüdü. Çekirdek güçlüydü yani bana göre.

TOV sonrası yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?

-Albümü olabildiğince konserler ve festivaller aracılığıyla duyurmak niyetindeyiz. Tabi yeni bestelerim başta olmak üzere, derlediğim hazırda bekleyen eserler var. Ancak TOV daha çok yeni bir albüm, bu süre içerisinde biz TOV’un yolculuğuna eşlik edeceğiz. Önce TOV bir büyüsün, ayaklansın! (gülüyor) Albüm dinlensin, sevilsin… Ondan sonra önümüzdeki projelere bakacağız.

Rewşan’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “TOV / Tohum”u müzik marketlerde ve dijital müzik plaformlarında bulabilirsiniz.

Albüm hakkında yazdığım inceleme yazısı için;