Selin Baycan’ı çoğu dinleyici sahne performansları (Take Aid The Train ve Kadınlar Matinesi gibi projeler de dahil olmak üzere) ve bu sahnelerde seslendirdiği alternatif tınıların izinden giden besteleri ile tanıdı. Baycan, ilk teklisi “Tutsak”ı 2019 Mayıs’ında KARE Müzikevi etiketiyle yayınladıktan sonra Şevket Akıncı’nın “Radyo Ekoton”unda da yer aldı ve Baycan, geçtiğimiz aylarda yeni teklisi “Ocak”ı dinleyicilerle buluşturdu. Baycan ile Bi’Kuble için, müzik yolculuğunu, teklilerini, yer aldığı projeleri ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle Tutsak’a kadar olan müzik yolculuğunuzda neler yaptınız?
-Çok küçük yaşlardan itibaren evde sürekli şarkılar söyleyen, sesle/müzikle çok ilgili bir çocukmuşum. Dayım müzisyen ve besteciydi ama esas olarak bana şarkı söylemeyi sevdiren ve üzerimde büyük emeği olan kişi dedem oldu. Onun kaybının ardından duygusal olarak çok etkilendiğim için, annem bir nevi terapi olması maksadıyla beni müziğe yönlendirmeye karar vermiş. Yaşadığımız yerde imkanlar kısıtlı olmasına rağmen ilkokuldaki müzik öğretmenimle özel olarak 5 sene boyunca org üzerinde piyano eserleri çalıştık, teori bilgimin temelleri de o dönemden kalmadır. Ben bir yandan dönemin sevdiğim şarkılarının akorlarını çıkarıyor, onları çalıp söylüyor ve kendimce sözler yazıp besteliyordum. Müzikle ilk ilişkim en yakın arkadaşımla oyun oynamak gibiydi, çabam hala ordaki o saf iletişimi korumak yönünde. İlişkimiz böylece devam ederken okul yıllarında orgla şarkılar çalıp söylediğim konserler verdim, korolarda korist ve solist olarak yer aldım. Profesyonel anlamda bir müzisyen olmaya karar verişim ise 19-20 yaşlarımı buldu. O dönemden itibaren önce Modern Müzik Akademisi’nde vokal bölümünde, ardından Bilgi Üniversitesi Müzik bölümünde eğitim aldım. Esasen ta başından itibaren gönlümden geçen kendi şarkılarını yazıp söyleyen bir şarkıcı/şarkıyazarı olmaktı ancak o yıllarda üretiyor olsam da yaptıklarımı paylaşmak ve kendimi görünür kılmakla ilgili fazlaca korkularım vardı. Bir yandan müziğin her alanıyla ilgili fazlaca heyecan duyan, iştahlı ve bilgiye aşık biri oldum hep. Bu yüzden de kendi müziğimi üretme ve keşfetme dönemi boyunca türlü enstrümanlara, tarzlara, doğaçlamaya, müzik teorisine ve kayıt tekniklerine bulaşıp öğrenebildiğim kadar çok şey öğrenmeye çalıştım. Bu esnada uzun soluklu olmasa da çeşitli projelerle kendi şarkılarımı bazı sahnelerde çaldım.
Bir tekli yayınlamaya nasıl karar verdiniz ve bu bağlamda Tutsak’ın oluşum süreci nasıl gelişti, prodüksiyonunuzu üstlenen ve Tutsak’ı birlikte bestelediğiniz Görkem Karabudak ile yollarınız nasıl kesişti?
–Görkem’le Bilgi Müzik vesilesiyle önceden tanışıyorduk, yaptığı işleri de senelerdir hayranlıkla takip ediyordum. Benim albüm yapma fikrine yaklaştığım dönemde ortak müzisyen arkadaşlarımız vesilesiyle daha yakınen bir araya geldik. 2017 yılında okul bitirme projem için şarkılarımın demosunu hazırladığımız ve tabiri caizse kamp yaptığımız bir dönemde de beraberce Tutsak’ı yazdık.Akabinde albüm süreci şartlar dolayısıyla uzayınca solo projemin başlangıcı olması adına prodüksiyonunu tamamladığımız ve ardından yetenekli sanatçı ve yönetmen dostum Lara Kamhi’yle klibini çektiğimiz “Tutsak”ı ilk şarkım olarak seçtim.
KARE Müzikevi ile yollarınız nasıl kesişti?
-KARE Müzikevi’nin kurucusu, şimdilerde Brek ismiyle çok sevdiğim işler yapan Berk’le (Sivrikaya) yine şarkıların demo sürecinde ortak müzisyen arkadaşlarımız vesilesiyle tanıştık. Berk başından itibaren bana ve müziğime elinden gelen desteği veren, üretkenliğiyle çok ilham verici bir müzisyen ve dosttur, şarkılarımı yayımlama sürecinde onunla beraber çalışmaktan çok mutluyum.
Tutsak ile ilgili nasıl geri dönüşler aldınız?
-Şarkıyı ve klibi birbirinden bağımsız değerlendiremiyorum, ikisinde de ayrı ayrı çok fazla emek var. Şarkı çok sevildi, sound’u ve özgünlüğüyle ilgili beni çok mutlu eden geribildirimler aldım. Klibiyle Berlin ve Tokyo Lift-Off Film Festivali seçkilerinde yer aldık; Atlanta’da düzenlenen Urban Mediamakers Film Festivali’nde ise “En iyi Uluslararası Müzik Videosu” ödülünü kazandık ve hatta bu kapsamda bir konser teklifi dahi aldım. Kendi adıma solo kariyerime böyle bir başlangıç olduğu için tüm sürece çokça müteşekkirim.
Ocak’ın oluşum süreci nasıl gelişti ve nasıl geri dönüşler aldı?
-Ocak 5 sene önce yazmış olduğum ve başından beri albümün introsu olarak duyduğum bir şarkıydı. Korona öncesinde planlar yaparken şartlar dolayısıyla birkaç şarkıyı tek tek yayınlamaya karar verdim. Demosu ve trafiği hazırdı, karantina boyunca Şevket’le (Akıncı) beraber müzisyen dostlarımızla zoom toplantıları yaptığımız çok keyifli bir süreç yaşadık. Sevgili Cansun Küçüktürk, Nihal Saruhanlı, Okan Kaya, Can Ömer Uygan ve Hazal Döleneken enstrümanlarıyla evlerinden ve kendi stüdyolarından katkıda bulundular. Benim için kendi şarkımın prodüksiyonunda rol üstlendiğim, son kararları verdiğim ve Tutsak’ın aksine kolektif bir ruhla ortaya çıkan ilk şarkım oluşuyla epey özel bir yerde duruyor.
Ocak’ta prodüktörlüğü beraber üstlendiğiniz Şevket Akıncı ile yollarınız nasıl kesişti? Bu bağlamda kendisinin “Take The Aid Train” konserleri ve sene başında yayınlanan “Radyo Ekoton”da yer alma süreciniz nasıl gelişti ve bu iki proje sizin için müzikal anlamda nasıl bir deneyim oldu?
-Şevket Akıncı’yla yollarımız sanıyorum 14-15 sene öncesinde Modern Müzik Akademisi’nde kesişti, ardından bir sene boyunca orada armoni hocam oldu. Bir şekilde okuldan sonraki süreçte de ilişkimiz güçlenerek devam etti. Desteğini her daim hissettiğim, kendi müziğimi paylaşmam konusunda bana büyük cesaret ve güç veren biri. Bir müzisyen olarak da, dost olarak da bendeki yeri apayrıdır. “Take the Aid Train”de ilk defa tek başıma, mikrofonum ve vokal prosesörümle sahne aldım. Yaşadığım deneyim bana sesimle ve performansla yepyeni bir ilişki kurup bunu sunabildiğim bir alan açtı ve bu anlamda çok ilham verici oldu. “Radyo Ekoton” ise Şevket’in müzisyen dostlarıyla işbirliği yaptığı bir şarkı albümü. Arayıp “Back Against the High Wall”da vokal yapmamı teklif ettiğinde çok heyecanlandım. Kişisel olarak da albümdeki favorilerimden, böylesi güzel bir şarkıda ona eşlik ettiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum, ve geçtiğimiz ay Fransız sanatçı Marianne Villiere’in çektiği şahane bir videoyla kliplendi.
Kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
-İnsanın kendine dışardan bir göz/kulak olarak yaklaşıp değerlendirmesini pek kolay bulmuyorum ama şöyle ifade etmeye çalışayım:
Melankoliden çok hoşlanan, kendini tekrardan çok sıkılan, tutkulu ve depresif halleri olan, herkes gibi yer yer karanlık yer yer de aydınlık biriyim ve kendimi tüm bu yönlerimle kucaklamayı öğreniyorum. Sonsuz zamanın bu diliminde, bu coğrafyada kadın kimliğiyle doğmuş bir müzisyen olarak olduğum insanın farklı hallerine, insan olma halinin farklı duygularına temas etmeyi çok seviyorum; tüm bunları damıtıp dönüştürmek ve bir müzik eseri olarak dinleyiciye aktarabilmenin hayatta müthiş bir şans olduğuna inanıyorum.”Genre” olarak bakacak olursak da çocukluğumdan beri dönem dönem birbirinden bağımsız müzik türleriyle vakit geçirdim, beslendiğim tek bir alan hiç olmadı ama elbet daha yoğun etkilendiğim müzisyenler oldu. Şarkılarımın üretimi de farklı müzikal dönemlerime denk düşüyor, hal böyleyken insanın kendi müziğine bir tanım koyması pek kolay olmuyor. Radiohead, Nirvana, Garbage, Björk, Moloko, Damon Albarn, Portishead ve Billie Holiday ergenlik ve sonrası dönemimin en sevdiğim isimleri, kendi müziğimin altyapısını da sanıyorum bu dinlediklerim oluşturmuştur. Son yıllarda tekrar dinlemeye başladığım, esasen çocukluğumu geçirdiğim Zekai Tunca ve bilhassa Zeki Müren bir yana, 90’lar ve öncesi popüler müziği de ayrı bir yerde durur. Yeniden dinledikçe cevher niteliğinde şarkılar keşfediyorum ve bunların kendi anadilimde olması beni çok heyecanlandırıyor.
Ocak’tan sonra yapmayı düşündüğünüz çalışmalar var mı?
-Ocak yukarda da belirttiğim gibi üzerinde çalıştığım ilk albümümün ilk şarkısı. Yakın bir vakitte onun için hazırladığımız videoyu paylaşacağız. Ayrıca sırada prodüksiyonunu nerdeyse bitirdiğimiz “Dipsiz Kuyu” isimli yayımlanmayı bekleyen bir şarkım daha var, ardından bütünlüklü bir konsept halinde albümüme odaklanmayı planlıyorum. Bir süredir şarkılarımı tekrar tekrar dinleyip üzerlerine melodiler, sesler, dokular duyduğum; her birinin görsellerini ve videolarını kurguladığım bir yerdeyim. Dünyanın binbir halinin içinden geçerken albümü 2021’in ilk aylarında sunabilmeyi ve bolca konser verebilmeyi diliyorum, ama tabii akışta her şeyin nasıl ilerleyeceğini beraberce göreceğiz. Ben şimdilik bolca hayal kurup olacaklara heyecanlanıyorum, kendi adıma bunu diyebilirim!
Selin Baycan’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum. “Ocak”ı tüm dijital platformlarda bulabilirsiniz.
Yorum Ekle